O kadar sık duyduğum bir yakınmadır ki…”Arkadaşlarımı toplayan hep ben olurum”. Bir yandan bir yakınma gibidir bu, ama bir yandan da her zaman ses tonunda aslında kendisiyle gurur duyduğunu da sezerim. Ortamı toparlayan, her daim ihtiyaç duyulan, bilgeliğine ve olgunluğuna baş vurulan kişi olmaktan alınan bir haz sezerim bu yakınmanın altında. Ve hep düşünürüm, bu kişi kendi eğlencesine bakacağına neden başkalarını toplamayı, birilerine bakıcı olmayı tercih eder?
Teorik olarak kendine bakamayan bir ebeveyn ile büyünmüş olması bir ihtimal. Ya da uzun süreler yalnız kalmış, bir çocuk olarak yaşının gerektirdiği kadar bağımlı olmasına izin verilmemiş olabilir. Çok erken yaşta büyümek zorunda kalmıştır. Omuzlarına olması gerekenden çok önce kendi sorumluluğu binmiştir. Hatta belki ailedeki başkalarının da sorumluluğu. Belki büyük bir kayıp yaşanmıştır ve ebeveynlerden biri bu kayıp ile baş edebilmek için çocuğunu duygusal anlamda bir hayat arkadaşı olarak kullanmıştır. Hepsinin de ortak noktası olması gerektiği kadar çocukluklarını yaşayamamış olmalarıdır.
Bu sebeple zayıf olmaya tahammülleri de yoktur.Zayıf olmak, başkalarına muhtaç olmak demektir ve onlara göre başkalarına yük olmakla eş anlamlıdır. Başkalarına yük olanları da kimse istemez, sevmez ve yalnız kalırlar diye inanmışlardır. Bu sebeple herkes arada bir saçmalayıp, dağıtıp kendini salabilir ama onlar bunu yapamaz. Ya da yaparlar ama ardından büyük bir suçluluk duygusu içine girip kendilerini cezalandırırlar. Hep veren ve kollayan taraf olmak sevgi alabilmenin, bağ içinde kalabilmenin tek yoluymuş gibi görünür.
Bu insanlar başkalarının mutluluğundan da kendilerini sorumlu hissederler. Başkalarının ihtiyaçlarını önceden tahmin edip ona göre hazırlık yaparlar. Başka insanların neye ihtiyacı olduğunu, neyle mutlu olduğunu bilirler ama kendi tercihleri hakkında pek düşünmemişlerdir. Zamanlarının çocuğunu başkaları hakkında düşünerek ya da konuşarak geçirirler. Arkadaşlarıyla toplanmaları karşılıklı olarak sevgililerinden ya da hayatlarından şikayet etme seanslarına dönüşmüştür. Yine de bu döngüden nasıl çıkacaklarını bilemezler. Bakım veren olmak yaşam tarzlarıdır. Alan taraf olmaktan rahatsız olurlar. İlişkinin karşılıklı vermeye dayalı, her iki tarafın da hayatını zenginleştiren bir döngü olması gerektiğini teorik olarak bilirler, hatta ilişkilerinin böyle olduğuyla ilgili belki kendilerini kandırıyor bile olabilirler. Ama bir noktada ihtiyaçlarının giderilemiyor olması dayanılmaz hale gelir. Hep veren taraf olmak artık dayanılmaz bir acı haline gelmiştir. Öfke patlamaları, sürekli dırdır ve karşı tarafı değiştirmeye çalışmalar hep aynı çaresizlik döngüsüne girmeye başlamıştır.
Bu çaresizlik anında genelde terapiye başvurulur. Bıçağın kemiğe dayandığı anda yani. Yıllar kaybolmuş gibi hissedilir. Bazı zamanlarda da kaybedilmiştir gerçekten. Bu yazıyı yazma sebebim bıçak kemiğe dayanmadan önce bir farkındalık oluşturma ihtimali. Zaman en değerli varlığımız. Karşılıklı eşitliğe ve hem alıp hem de verebilmeye dayalı, hayatı zenginleştirip derinleştiren ilişkiler, bana göre, hayatı anlamlı ve yaşamaya değer kılan en önemli faktör. Eğer kendinizi bundan mahrum ediyorsanız, bence, bu size büyük haksızlık. Eğe böyleyse de, umarım bu yazının bir katkısı olmuştur.