İnsan doğası iyi midir kötü müdür?
Uluslararası İlişkiler ya da Siyaset Bilimi bölüm derslerinde olmazsa olmaz konularından biridir.
Hobbes ve Locke karşılaştırılır. Hobbes der ki insan doğası kendi haline bırakıldığında vahşidir, otoriter bir yönetim ile sosyal bir kontrat yapılmalıdır ki bu vahşi doğamızdan korunalım. Locke ise tersi bir görüş savunur; insan doğası uzlaşmacı ve işbirlikçidir der. İlle de eli sopalı bir yöneticiye ihtiyacımız yok, kendi kendimizi idare edebiliriz der. Sonra başlar münazaralar.
Eğlenceli ve öğretici olduğu kadar ağzı en iyi laf yapan, polemik dilini en güzel kullanan, okuduklarının niteliği ya da derinliği olmasa da atıp tutma becerisine sahip iyi pazarlamacıların galip geldiği tartışmalardır bunlar. Ama yine de severdim. Güzel zamanlardı.
Mesela derslerden birinde hocam Meltem Müftüler Baç sormuştu; insan doğası nasıldır? Eğer cevap “koşullara göre değişir” ise kötüdür demek ki dedi.
Yani, insanlar duygusal stresin çok ağır olduğu bir ortamda kırılıp değerlerinden vaz geçip, önüne geleni pataklamaya meyilli ise o zaman doğaları kötü demektir. Ancak koşulların izin verdiği ölçüde iyi olabiliyorlar demektir.
Fakat bence bu tam tersi şekilde de tartışılabilir. Yani çevresel koşulların olumlu olduğu durumda o pataklama isteği duyan kötücül yan ehlileşebiliyorsa neden doğamız iyi değil de kötü olsun ki? Uzayıp gitmişti konuşma.
Siyaset bilimine masterdan sonra devam etmememin sebeplerinden biri de bu uzayıp giden tartışmalardı. Kimi çok sever, çok da iyidir bu konuda. Ama ben daha çok uygulamacı tipte bir insanım. Sahayı sokakları tercih ettim.
Psikoloji de imdadıma yetişti sağ olsun. Düşüncem şudur ki; insan doğası nasılsa öyledir. Yüz şeklimiz, saç rengimiz boyumuz posumuz ne kadar farklı ise şiddete de şefkate de eğilimimiz o derece farklıdır. Bu demektir ki bir yandan hepimiz aynıyız, hepimizin yaşamak için proteine, suya vitamine, oksijene ihtiyacı var… Ama bir yandan da beş parmağın beşi bir değil; öğrenme biçimlerimiz, etrafımızda olup bitenlerden etkilenme derecelerimiz ve mizacımız gereği geliştirdiğimiz savunma mekanizmalarımız farklı.
Çözüm ne? İşin sırrı ortak ihtiyaçlarımıza kulak verebilme becerisini geliştirmekte. İster yüz kilo olsun, ister kırk herkesin proteine ve vitamine ihtiyacı var ya… İşte ister agresif yapılı olsun ister uysal, ister analitik becerileri güçlü olsun ister dürtüsel herkesin ortak ihtiyacı güvende hissetmek, kendini ifade edebilmek, ait olmak, olduğu kişi olarak kendini var edebilmek, anlaşılmak ve kabul görmek vb…
Bu ihtiyaçlar giderilebildiği ölçüde sakinleşebiliyor, makul bir şekilde çözüm odaklı olabiliyoruz. Hem kendisinin hem de başkalarının duygusal ihtiyaçlarına duyarlı, çözüm odaklı bireyler yetiştirmek mümkün.
Böyle düşünen bir topluluğa rastlamış olmak 2016’nın en güzel hediyelerinden biriydi benim için. Ashoka Türkiye’ye bunun için teşekkür ederim. Ve bana hediye ettiği Şiddetsiz İletişim topluluğunu duyurup çalışmalarında aktif olarak yer almak da bundan sonrası için hedeflerim arasında.
Siz de dünyanın daha hoşgörülü, anlayışlı ve çözüm odaklı bir yer haline gelmesine katkıda bulunmak istiyorsanız bu harekete katılabilirsiniz. Etkinlik takvimi aşağıdaki bağlantıda;
https://www.facebook.com/groups/239161648963/
Yapılabilecek çok şey var.
Umarım faydalı olmuştur. Sevgiler…