Dünya Vatandaşı Yetiştiren Okul

İlkokul öğretmeni travması en sık karşılaştığım konulardan biri. Kimi yıllar boyunca sözlü ya da fiziksel şiddete maruz kalmış, kimi bunun tehditi ve göz dağı korkusu ile yaşamış, kimi öğretmenin kuzusuymuş ama diğer arkadaşlarının gördüğü muamele karşısında hem travmatize olmuş hem de suçluluk içinde büyümüş.

Okul öncesi eğitim ve ilkokul, çocuğun ileride kuracağı hayat için belkemiği. Bu belkemiğinin olmazsa olmaz bir unsuru var; empatik iletişim yani duygusal zeka ve farklılıklara saygı.

Duygusal Zeka isimli kitabın yazarı Daniel Goleman şu soruyu sorar; neden bazı yüksek IQ’lu, çok yüksek eğitimli insanlar kendilerinden çok daha düşük eğitimli insanların yanında çalışırlar? Her iki kişinin de dürüst yollarla hayatını kazandığını varsayarak, cevap duygusal zeka, yani EQ olarak açıklanıyor.

Nedir bu duygusal zeka? Kişinin içinde bulunduğu her an ne hissettiği, ortamın gerçekliğinin ne olduğu, kendi ihtiyaçlarının ne olduğu, karşısındakinin ihtiyaçlarının ne olduğu, ve her iki tarafı da mağdur etmeden bir çözüm arayışı içine girme olgunluğudur. Başka bir deyişle liderlik etme becerisidir.

Liderlik etmek, yani;  girişimci olmak, yenilikçi olmak, yaratıcılık, insanları motive edebilme becerisi, insanlara ilham olabilme, herkesin içindeki potansiyelin en fazlasını kullanabilmesi için destek olabilme…. liste daha uzar gider. Bir çocuğun yetişkin olduğunda tatmin olduğu bir hayat sürebilmesi için matematik ve fizik denklemlerini çözmekten, ikinci bir dilden bile daha fazla bu becerilere ihtiyacı var.

Peki bu becerileri kazanmanın önündeki en büyük engel nedir bilir misiniz? Bireycilik,rekabet,hırs… Yani şimdiki eğitim sisteminin üzerine kurulu olduğu temel ilkeler.

Klinik Psikolog Marshal Rosenberg, Çatışma Ortamında Barış Dili isimli kitabında eğitim sistemini eleştirir;

“Okullar, daha donanımlı koyunlar yetiştirmek üzere kurulmuş bir sistem içindeler. Bu donanımlı koyunlar daha yüksek maaşlarla günde sekiz saat kendilerine anlamsız gelen işlerde ömürlerini tüketip her gün ben ne yapıyorum diye sorgulayacaklar.”

Tanıdık geliyor mu? Bana geliyor. Çünkü ben de bir süre böyle işlerde çalıştım. En iyi okullardan en iyi derecelerle mezun itaatkar koyunlardık. En az sorgulayıp en çok çalışan en hızlı yükseldi bol sıfırlı maaşlarına kavuştu. Ben alternatif bir eğitim almamış olmama rağmen kendimi o sistemden kurtardım.

Çünkü ben evimde alternatif bir eğitim almıştım.

Evimizdeki alternatif eğitimin omurgası da şuydu; önce  insan sevgisi! Önce insan ilişkileri! Önce insana saygı. Önce “farklılıklara” saygı.

Önceliği tüm bunlara veren bir okul aradık kızımız için yıllar boyunca. Bir ara umudumuzu tamamen yitirmiştik. Son anda imdadımıza kardelen gibi bir okul yetişti. Türkiye’nin şu durumunda alternatif eğitime sarılmış bir Don Kişot. Şu an İstanbul’da benim bildiğim iki tane böyle okul var. Bunlar özel okul. Bu sebeple etik açıdan doğru bulmadığım için isimlerini yazmayacağım.

Bir okulun yukarıda saydığım prensiplere öncelik verip vermediğini, farklılıklara sadece lafta değil, uygulamada da önem verip vermediğini anlayabilmeniz için çok kestirme bir yol var:

Gölge öğretmen kabul ediyorlar mı? diye sorun. Telefon açın, ve verecekleri cevabı dinleyin. Almanız muhtemel bazı cevaplar;

1.Biz “öyle” çocuk kabul etmiyoruz.

2.Hayır,böyle bir uygulamamız yok. Ama değerlendiriyoruz (tepkilerden korkmuştur)

3.Burada mutlu olamaz.

Gölge öğretmen, öve öve bitirilemeyen Finlandiya’daki okul sisteminde özel gereksinimli öğrenciler için mutlaka sağlanan bir kaynak. Burada bu kaynağı okul sağlayamayabilir, bunu anlarım. Ancak ailenin sağlayacağı bir gölge öğretmeni kabul etmiyorsa, bilin ki farklı olanı okula katkı sağlayacak bir zenginlik olarak değil, bir yük olarak görüyordur.

Burada esas önemli olan kısma geldik; farklı olanı yük olarak mı görüyor, okula katkı sağlayacak bir zenginlik mi?

Eğitim uzmanı arkadaşım Ali Koç’un dediği gibi; şu an tüm dünya ayrıştırma yerine birleştirmeye gidiyor. Farklı yaş gruplarını bir arada okutmayı konuşuyor. Farklı gelişim düzeylerini entegre etmeyi planlıyor.  Çünkü normal gelişimi olan bir çocuk gelişim geriliği olan, öğrenme güçlüğü çeken, koltuk değneği ya da tekerlekli sandalyede olan, hiperaktif olan arkadaşına yardım ettiği zaman dünya vatandaşı olacak. Empatiyi, verebilmeyi,çözüm geliştirmeyi ama en önemlisi uzlaşmayı öğrenecek.

Uzlaşma becerisi geliştirmiş bir çocuğun hayatta kalamayacağı ortam yoktur.

Aksi türlü yıllar boyunca bir akvaryum içinde büyüyüp gerçek hayatın farklılıkları ile karşılaştığı zaman sudan çıkmış balığa dönecek. Dönüp dolaşıp o herkesin birden aynı olduğu konfor alanına sığınmak isteyecek.

Özetle, dünya vatandaşı yetiştiren okul, farklılıkları kucaklayan, özellikle isteyen okuldur. Aksi türlüsü, en az sorun çıkaracak türden, zahmet vermeden kolayca sisteme entegre edebilecekleri, yani kendi uygun gördükleri tornaya kolayca sokabilecekleri bir çocuk arayışındadırlar. Nice “çocuk odaklı” okulun çocuk odaklılığı sadece laftadır.

Umarım faydalı bir yazı olmuştur. Sevgiler.