Bu yazıyı mecbur olduğu için oy kullanamayanlara adıyorum.
İnkar… kaçınma…. Yok sayma… Bahane bulma…
İnsanın başına ne gelirse hakikati yok saymaktan gelir.
“Elimde değil…”
Bir hocam bu bahaneye şu şekilde yaklaşmamızı önermişti;
“Peki, bu nasıl bir elinde olmama? Bir erkeğin çocuk doğuramaması gibi bir elinde olmama mı?”
Bu kognitif bir müdaheledir. Kişi “elbette, öyle değil” diyecek, belki biraz bozulacaktır.
Zaten kognitif davranış terapisinin en çok eleştiri alan yanı da danışanların kendileri ile empati kurulmadığını hissedebiliyor olmalarıdır.
Bu durumda imdadımıza Carl Rogers yetişir. Hümanist yaklaşım; insan ihtiyacı odaklı olmakla birlikte en çok eleştiri aldığı yan ancak Carl Rogers’ın şahsı tarafından uygulandığı zaman tam anlamını bulabilecek olmasıdır. Montessori ile ilgili de aynı yorum yapılır. Bir yaklaşım o modeli bulan kişinin adı ile anılıyorsa büyük ihtimalle onun tarafından uygulandığı zaman bir anlamı olacak yoksa esas etkisi kaybolacaktır diyenler vardır. Katılmamak elde değil.
Şema terapiyi bu yüzden seviyorum. Yeni bir şey icat etmeden, her yaklaşımın en çok işe yarayan yanlarını anlamlı bir şekilde entegre ediyor. Baş etme mekanizmaları da var, yüzleştirme de, terapi ilişkisi de.
Gelelim yazının başında bahsettiğim “mecburdum” meselesine.
Mecburdun da sen bunu yapmasaydın biri mi ölecekti? Sen mi ölecektin? Birilerinin tüm geleceği mi kararacaktı?
Çoğu zaman cevap “hayır”. Ancak “mecburdum” yaptığın seçimin sorumluluğunu üzerinden atabilmek için çok kestirme ve kolay bir yol. Kısa vadede için rahat edebilir. Ama beyninin içten içe bu riyakarlıktan haberi vardır. Bu tutarsızlık farkında olsan da olmasan da seni içten içe yer. Belki sigara içersin, Belki kendini uyuşturmak için başka yollar ararsın. Ama bu çelişki er ya da geç kendisini ya fibromiyalji,ya irritabl bağırsak sendromu, ya ülser, ya migren ya da kanser olarak kendini gösterir. Alice Miller’ın dediği gibi “Beden asla yalan söylemez”.
Kendine karşı dürüst olmaz isen beyin bunun hesabını senden er ya geç sorar.