Sert Kabuk

Doğada en sert kabuğu olan canlılar içi en yumuşak, zarar görmeye en açık olanlardır. Mesela midye.

Ego, aşağılık kompleksi gibi kavramlar küçümseyici, hakaret amaçlı kullanılıyor diye gözlemliyorum. Bu yazı bu yanlış anlaşılmayı düzeltmek için var. Çünkü bu kavramlar yalnızca ve yalnızca “insanca” durumları tanımlamak için var. Aşağılık kompleksi ile baş etmek için “aşırı telafi” yöntemini kullanıp sanki herkesten üstünmüş ve hiç bir zaafı yokmuş gibi yaşayan, hayatı yakınları için zindan eden zorbalar yok mu? Elbette var. Ancak bu onların yardıma ihtiyacı olduğundan başka bir anlama gelmiyor. Bu yardım bazen çok net sınır çizmek de olabilir, bir süre ilişkiye ara vermek de.

Mesleğe ilk başladığımda “asla çalışamayacağım” danışan gruplarını listelemiştim. Listenin başında çocuk tacizcileri geliyordu. Ve hayvanlara işkence edenler, ve tabii ki insanlara… O zamanlar çok daha katı tanımlarım ve hassas noktalarım vardı. Ancak yaptığım seans sayısı arttıkça her türlü duygunun insanca olduğu ve aslında bu insanların da çok fazla yardıma ihtiyacı olduğunu anlamaya başladım. Bir çocuk tacizcisinin geçmişine baktığınızda çok büyük ihtimalle kendisinin de ağır tacize uğradığını görürsünüz. Şu soruyu kendine sormakta fayda var; Ne malum aynı şeyleri yaşasaydın belki sen de böyle olacaktın, hatta belki çok daha fazlasını yapacaktın?”

Anlayacağınız “egom” törpülendi. Başka bir deyişle içimdeki o kırılgan ve yumuşak parça güçlendi. Artık eskisi kadar sert bir kabuğa ihtiyacım yok. Bu ne demek?

Her şey “ego” yüzünden oluyor diyenler var ya… hani egoyu terbiye etmenin her derde deva olduğunu söyleyenler…İşte o “ego” olmasa içerideki o kırılgan ve yumuşak parça hemen eziliverir. O yumuşak parçayı güçlendirmedikçe istediğiniz kadar dışarıdaki o sert kabuğu törpüleyip inceltin, işe yaramayacağı gibi insanın özgüven duygusunu daha da zedeleyebilir bile.

O “yumuşak” parça içimizdeki kırılgan ve yaralı çocuktur. Belki büyürken tek başına kalmıştır. Belki ders ve başarı baskısı altında ezilmiştir. Belki hayatta kalma modunda olan bir ailede büyümüştür, kolayca zarar görebileceğine çok inanmıştır, kendini güvende hissetmiyordur. Belki çok eleştiri aldığı mükemmelliyetçi bir ailede büyümüştür ve bir açık vermemesi gerektiğine inanmıştır. Belki her şey yolunda gitmiştir ve sadece mizacı gereği çok kolay etkilenebiliyordur. Belki sorun ailede değil ilkokul öğretmeni ya da bakım veren başka bir kişi ile yaşadıklarındadır…

“Ego” çok geniş anlamda kullanılan bir kelime haline geldi. Freud ilk kullandığında şimdiki yaygın anlamından farklı bir tanım yapmıştı. Yargılayıcı ve ahlakçı süperego ve dürtüsel id arasında gerçeklik dengesi kuran yanımız demişti ego için. Burada çok özet yazıyorum, elbette… Ancak günümüzdeki yaygın kullanımı çok kafa karıştırıcı. Çünkü bazı insanlar böbürlenmek için de “ben çok egolu bir adamım” gibi cümleler kurabiliyor. Sanırım demek istediği “güçlü ve özgüvenli bir adamım, kendimi ezdirmem” oluyor. Bu cümleyi duyduğum anda da (artık) gözümün önüne hemen midyenin içindeki  o yumuşak parça geliyor.

Oysa, eskiden olsa sadece kabuğu  yani “egoyu” görürdüm. Sonra da o kabuğu kendime tehdit olarak algılardım; “fırsatını bulursa beni ezer bu insan” diyen otomatik düşünceme kendimi kaptırırdım. Ve o kabuğu kırmak için elimde ne kadar kesici alet varsa kullanırdım. Sonuç; ego savaşları. Oysa bu savaşlardan kimse kazançlı çıkmaz.

Çare? Çare, kabuğun içine hapsettiğin o yumuşak yanınla birlikte yaşamayı öğrenmek. Zaafları, beceriksizliklerini ve en önemlisi sevilemez yanlarını yanına almak. Bu sonuncusu çok kritik. Hepimiz az çok beceriksizliklerimizle barışabiliriz, insanca bulabiliriz. Ama iş “sevilemez” “rahatsız edici” “insanları uzaklaştırma potansiyeli olan” yanlarımızla yüzleşmeye gelince “egomuz” kendini korumak için hemen kumandayı devralır. Yani savunmaya geçer.

Şimdi gelelim en önemli kısma; bunda hiç bir sakınca yoktur! Egomuz olmasa sürekli ağır depresyonda olurduk, hakkımızı savunamazdık. Sorun ne zaman ortaya çıkar bilir misiniz? Sadece ego ile yaşadığımız zaman. Örneklendireyim; fırtına varken kalın kaban giymek sizi korur ancak bahar geldiğinde de giymeye devam ederseniz hasta olursunuz. Ego da rekabetin olduğu, kendinizi korumanız gereken ortamlarda işinize yarar.

Ancak olur olmadık her yerde kullanılınca ayağınıza dolanır. Mesela samimi ilişkilerinizde devrede olduğu zaman insanlar sizden çekinmeye başlar. Rahatsız oldukları yanlarınızdan bahsetmek istemezler. Ve bu yakınlaşmanızı engeller. Başka bir zararı da potansiyelinizi gerçekleştirmek alanında olur. Psikolojide “self serving bias” diye bir kavram vardır; “kendine hizmet eden yanlılık”. Bir çok insanın başarı konusunda başına her ne geliyorsa bu insanca yanlılıktan gelir. Açayım; yüksek not alınca “ben aldım” düşük not alınca “öğretmen verdi” diye inanmak. Yani başarılarını kendine başarısızlıklarını ise dış etmenlerle, kendine yapılan haksızlıklarla açıklama eğilimi.

Bu yanlılık geçici bir süre insana kendini iyi hissettirebilir. Ancak uzun vadede sorumluluğu alıp harekete geçmenin önünde engel olduğundan potansiyelinin varabileceği en üst noktaya varmak çok zorlaşır.

Bir de bunun diğer ucu vardır. Her türden başarısızlığı ve aksaklığı kendi sorumluluğu olarak görmek, kendinden bilmek. “Locus of control” (kontrol merkezi) denen bir kavramdan da bahsetmek isterim; hayatta yaşadıklarımızla ilgili kontrolün ne kadar kendi elinizde, ne kadar dış faktörlerde olduğuna dair inancımız duygu durumumuzu ve yaşam tarzımızı belirler. Çok güçlü bir “iç kontrol” odağınız varsa isterseniz her şeyi değiştirebileceğinize inanırsınız. Başarılarla ilgili kendinizle gurur duyarsınız ancak başarısızlıklarla ilgili sürekli şu cümle ile kendi kendinizi hırpalarsınız;

“Düşünebilmeliydim, akıl edebilmeliydim, yapabilmeliydim….”

Bu sebeple, iç kontrol odağı güçlü insanlar dış kontrol odağı güçlü insanlara nazaran depresyona girmeye daha meyillidir. Sorumluluk duyguları güçlüdür, çevrelerinde güvenilir insanlar olarak bilinirler ancak “eğlence” onlardan sorulmaz. “Ciddi” insanlardır. Mesleklerini de genellikle bu güçlü yanlarını kullanabilecekleri şekilde seçerler (hukuk). Ancak gevşeyemezler. Bu kişilerin en etkili merhemi dış kontrol odağı güçlü insanlarla arkadaşlık etmektir. Yani “akışa bırak” modunda olanlarla. Akışa bırakabilen insanlar da rahat ve eğlencelidir, onların yanında kendiniz gibi olabilirsiniz. Ancak başınız sıkıştığında akıl danışmak için ilk tercihiniz olmazlar.

Kalıcı iyilik hali ne biliyor musunuz? Yukarıdaki iki tip kontrolün ortasında olabilmek. Bazı şeyler elimizde, bazıları değil… Sorumluluğun bazen büyük bazen küçük bir kısmı bizim elimizde, bazen hiç değil.

Ancak bunu yapabilmek yalnızca bir sonuç. Neyin sonucu? Yazının başında bahsettiğim o “yumuşak” parçayı güçlendirebilmenin, yani “sevilemez , çekilmez” yanlarınla yaralanmadan yüzleşebilmenin bir sonucu. Bu yüzleşmeyi de lütfen kendinizi güvende hissettiğiniz bir ortamda, çok güvendiğiniz kişilerle yapın. Sizin iyiliğinizi istediğinden emin olduğunuz kişilerle. Bu bir terapist de olabilir, bir arkadaşınız da… Aksi türlüsü yüzmeyi okyanusta öğrenmek gibi olur. İçinizdeki yumuşak parça bir daha dışarı çıkmamak üzere o sert kabuğun içine kapanabilir.

Her zamanki gibi bir kitap önerisi ile bitirelim; Alice Miller, Yetenekli Çocuğun Dramı.  “Ego” diye tanımladığımız şeyin olası kökenleri ve olası merhemler için en sevdiğim kaynaklardan biri. Ben çok faydalandım. Umarım sizin de işinize yarar.