Herkesin sırrı, geçmişinde kara leke diye adlandırdığı bir utancı, beceriksizlikleri,düşüncesizlik ve bencillikleri vardır. En sevdiğim deyimlerden “hiç kimse sütten çıkmış ak kaşık değil”.
Ancak ne oluyor da bazılarımız kendine karşı affediciyken bazılarımız en ufak hatayı bile kabul edemiyor? Ne oluyor da bazılarımız herkesle iyi olamayacağını fark edip kolayca sınır çizebilirken bazılarımız herkesi birden memnun etme çabası içinde kendini tüketiyor? Ne oluyor da bazılarımız bir hata yaptığı zaman samimi bir özür dileyip karşı taraf affetmezse gönlü ferah bir şekilde “elimden geleni yaptım” deyip yoluna devam edebiliyor da bazılarımız ille de karşı tarafı ikna etmek zorunda hissediyor?
Nasıl oluyor da bazı insanlar “aynı fikirde olmak zorunda değiliz, herkesin kendi düşüncesi” deyip gününe devam edebiliyorken bazıları ille de haklılığını herkese ispatlama zorlantısı içinde tartışmaları uzattıkça uzatıyor?
Ne oluyor da bazı insanlar “daha çok anlat, sana nasıl yardımcı olabilirim?” diye sorabiliyorken bazıları “evet, ama…” diye sürekli savunma ve gerekçelendirme halinde oluyor?
Yüksek Lisans esnasında psikopatoloji dersinde hocamız “Mükemmelliyetçilik de terk edilme korkusuyla bağlantılıdır” demişti.
“O kadar iyi olayım ki kimse beni bırakamasın…”
“O kadar kendi kendime yetebilir olmalıyım ki kimseye ihtiyacım olmasın, böylelikle yalnız kaldığımda üzülmeyeyim…”
“O kadar güçlü olayım ki kimse kolay kolay benden vaz geçemesin…”
“Bilir kişi (uzman) olursam insanlara verecek çok şeyim olur ve böylelikle herkes beni sever…”
Çok bozum olmuştum. Çünkü terk edilme korkusu zayıflıktı ve ben öyle bir zayıflık gösteriyor olamazdım. Zayıfları kimse sevmezdi çünkü.Bu durumda ya bana mükemmelliyetçi diyen hocalar yanılıyor olmalıydı ya da hocamız. İkisi de olamayacağına göre?
Terk edilmekten korkuyor olmanız için ille de şiddet dolu ya da terk edildiğiniz bir çocukluk geçirmenize gerek yok. Kendisi mükemmelliyetçi olan bir ebeveynle büyümek, yani kabul görmenin ancak ve ancak olması gerektiği gibi davranmaya bağlı olduğu bir ortamda büyümek de buna etki edebilir.
Çok eleştirilip baskı gördüğünüz, kendiniz olamadığınız, her saçmaladığınızda kınandığınız ya da utandırıldığınız, huysuzluk ettiğinizde ya da şımardığınızda yargılandığınız bir ortamda büyüdüyseniz de en ufak bir hatanızda gözden düşme korkusu yaşarsınız.
Bu “gözden düşme” korkusu kadar insanın elini kolunu bağlayan, yaşama sevincine limon sıkan bir korku daha var mı acaba… Gözden düşmek niye bu kadar kötü bir şey?Tamam, kimse bunu istemez. İmkan olsa hepimiz herkesin hep gözüne girmeyi isteyebiliriz çünkü insanız, sevilmeyi istemek beğenilmeyi istemek doğal olduğu kadar da sosyal ve sağlıklı duygular.
Peki, sorun ne zaman ortaya çıkıyor? Sorun, sevilmeyi,beğenilmeyi herkesin birden gözüne girmeyi, kimsenin gözünden düşmemeyi takıntı haline getirince oluyor.
Bu takıntının ne sakıncası var? Şu; hata yapmaktan, gözden düşmekten korkup potansiyelinizin çok azını kullanırsınız. Ben terapi defterine bu takıntımdan kurtulunca başladım. İlk yazdıklarıma şimdi bakıyorum, bazen utanıyorum, ne kadar saçmalamışım diye. Bazılarını ise çok beğeniyorum. Bundan beş yıl sonra da şimdi yazdıklarım için aynı şeyleri söyleyeceğim.
Daha güzel olanı, beş yıl önce de bu saçmaladıklarımı fark edenler vardı ve ben bazı zamanlarda gereksiz yere savunmaya geçmişim şimdi anlıyorum. Şimdi bu konuda kendimi geliştirdiğim için de kendimle gurur duyuyorum. Beş yıl önce eleştirenler olduğunda “takip etmeyi bırakın beğenmiyorsanız, bu benim düşüncem” diyordum. “Neden bırakayım, faydalanıyorum” diyenler oluyordu, şaşırıyordum ve öğreniyordum. Siyah-beyaz düşünce biçimim ayağıma dolanıyordu. Bir çok kişi farkında olmadan bu şekilde benim kişisel gelişimime en az terapi sürecim kadar katkıda bulundu.
Şu “beğenmeyen küçük oğluna almasın” tutumu insan ilişkilerini mahvediyor. Geçmişimde en çok ayağıma dolanan otomatik düşüncemdi. Şimdiyse farkındayım ki hiç bir şey bu derece keskin hatlı değil. Herkesin katlanılmaz yanları var, ve gerçek sevgi bu katlanılmaz yanlarınla temasta olup çevreni yorduğunu fark edince kendini değiştirmeye and içmek.
Göz önünde oldukça gözden düşme olasılığınız da artar. Ancak hem kendinize hem de başkalarına yararlı olma olasılığınız da. Kimsenin gözünden düşmek, saçmalayıp ayıplanmak istemiyorsanız hiç insan içine çıkmamanız, risk almamanız gerekir.
Kendi kabuğunun içinde mükemmel bir yaşantı sürebilir ya da dünyaya açılıp eleştirilmeyi göze alabilirsin. İkincisini seçerseniz çok acı çekeceksiniz, ancak potansiyelinizi sonuna kadar zorladığınızın bilincinde olarak yaşıyor olmak inanın buna değecek.
Benim bu yaz için hedefim, onca yıllık terapi görmeme rağmen hala daha ara ara hortlayan “aman yanlış anlaşılmayayım, aman hata yapmayayım” takıntımı daha da zayıflatmak. Bitirmek demiyorum, zayıflatmak diyorum çünkü şemalarımız tamamen silinmez. Şemalarımız, bilinçli farkındalık (mindfulnes) ve davranışsal egzersizlerle, ve etrafımızda bizi olduğumuz gibi sevebilen insanlarla çok çok zayıflayabilir.Sesleri duyulmayacak kadar kısılıp kırk yılda bir çok uç bir şey olduğunda açılacak hale gelebilir. Daha ne olsun zaten?
Faydalı olduğunu umarım…. Sevgiler…