Affetmek, O’nun içineki yaralı,terk edilmiş, yalnız,öfkeli ve hatta belki de şımarık çocuğu sevmeye kendini hazır hissetmektir.
Lafta söylemesi kolay. Ama kendini bu hazır olma aşamasına getirmek yıllara yayılan bir süreç. Terapi ne kadar sürer? En sık aldığım sorulardan biri. Süpervizörüm Doç. Dr. Aslı Akdaş’dan öğrendiklerim ışığında bunu yazmak isterim:
Danışanın terapiden ne beklediğine ve neye hazır olduğuna göre değişir. Bir çok yaklaşımda ilk seansta danışanın terapiden ne beklediği konuşulur. Bu çok önemlidir. Hem donanımınız, hem de yaklaşımınız danışanın beklentisini karşılayabilecek midir? sorusunun cevabını bulmak için önemli bir adımdır.
Somut bir örnekle açıklamaya çalışayım. Bir meslektaşımın danışanı her seans gelip, uzanıp, hiç bir şey yapmadan ve konuşmadan öylece yatıp sonra da gidiyordu. Benim ekolüm için uygun bir yaklaşım değil. Ancak belki de o danışanın ihtiyacı oydu. Belki o danışan bana gelseydi ona iyi gelmeyecekti.
Terapiden fayda alabilmek için esas olan danışan-terapist ilişkisidir. İstisnasız her danışana iyi gelebileceğini düşünmek bence çok üst perdeden bir iddia. Bu sebeple, benden çok farklı ekollerde çalışan meslektaşlarıma çok kereler danışan yönlendirmişimdir.
Bu vizyonu bana kazandıran hocalarıma ne kadar teşekkür etsem azdır. “Tek doğru benim doğrumdur, en iyi yol benim yolumdur” diyen köşeli hocalardan rehberlik alsaydım asla bu terbiyeye gelemeyecek, kendi küçük dünyamda kavrulup gidecektim. Gerçi kendime de haksızlık etmeyeyim, kendi rehberlerimi de kendim seçtim 🙂 Bu vesile ile “hangi ekol daha iyi” sorusuna da cevap vermiş olayım. Esas olan klinisyenlik becerisi ve terapistin vizyonudur.
Konumuza dönersek, seçtiğim rehberlerden biri, beni bana uygun olduğunu düşündüğü bir terapiste yönlendirdi. Benim beklentim de “çocukluğumdan getirdiğim inançlar yüzünden çocuğuma yaşatabileceklerimin önüne geçmek, yeterince iyi bir anne olmak” idi. Bu derin bir mesele olduğu için terapistim bana sürecin uzun olacağını haftada bir görüşürsek buraya varabileceğimizi bunu kabul ediyorsam başlayabileceğimizi söyledi. Kendisine çok çektirdiğim bir beş yıl geçirdik. Bugüne kadar adını hiç açıklamadım. Kitapta kendisine açık açık teşekkür bile etmedim. Çünkü paylaşmak istemedim. Ancak şu an bunu yapmaya hazır hissediyorum. İçimdeki çocuğu büyütebildiğimi ilk kez bu kadar hissediyorum. Sevgili Pınar Serbest, iyi ki varsın. İçimdesin.
Bu büyüyen çocuk sayesinde bu yaz bambaşka bir deneyim yaşadım. Karşındakini gerçekten, iliklerinde hissederek affetmenin nasıl bir şey olduğunu. Bu “affettiğim” kişi annem.
Annemin içindeki terk edilmiş çocuğu sevmeye hazır hissettiğim anda ilişkimiz değişti. Hayatım boyunca onun içindeki terk edilmiş-öfkeli çocuk ve ben hep annemin ilgisi için rekabet ettik. Çocukluğum,ergenliğim,gençliğim ve bu yaşıma gelene kadarki süreçte bazen az bazen çok ama hep benim içimdeki terk edilmiş-öfkeli çocukla annemin içindeki terk edilmiş-öfkeli çocuk didişti durdu.
Mesleki hayatlarında ve arkadaşları ile olan ilişkilerinde olgunluğuyla, sağ duyusu ile bilinen bu iki kadın ne oluyordu da bir araya geldiğinde önemsiz bir oyuncak için didişen iki anaokulu çocuğuna dönüşüyordu? Ne tetikleniyordu?
Ben O’nu affedemiyordum. Affedemiyordum çünkü O’nun yüzünden annemin benimle yeterince ilgilenmediğini düşünüyordum. Annem ilgisinin önemli bir kısmını ona vermek zorundaydı. Bu yüzden O’ndan bazen nefret ediyordum. Bazen yaptığı her şey batıyordu. Aslında benim hakkım olan bir şeyi yıllarca çaldığını düşünüyordum. Ve hakkımı geri alana kadar da vaz geçmemeye kararlıydım. Bu yüzden her fırsatta O’nu alt etmeye çalışıyordum.
Ama bu yaz bir şey oldu… Ne oldu? diye sormayın somut bir şey söyleyemem. Sorsanız “birden aydınlandım” diyeceğim. Ama biliyorum ki aslında ben yıllar önce bir tohum ektim. Sekiz yıl önce. O tohumu da hiç üşenmeden her gün suladım. Önce bir filiz verdi, sonra gövde. Ama lezzetli ve sulu meyve hemen gelmedi. Ben yine de sulamaya devam ettim. Ve bu yaz, ilk kez bambaşka bir bağ kurabildim annemle. Ne zaman “didişme” refleksim gelse yerine başka bir şeyi seçip uygulayabilecek kadar duygularımı regüle edebildim.
Yani, kendi içimdeki incinmiş çocuğa merhem olunca, öfkeli çocuk da kendiliğinden etrafı tekmeleyeceğine güvendiği yetişkinin sözünü dinleyebilmeye başladı. Yani içimdeki dengede-dingin hisseden yetişkin beynimin kumandasını ele geçirebildi.
Ben buna hazır olup ilişkiyi o şekilde başlattıktan sonra bir baktım, o da benimle aynı şekilde ilişkileniyor. “Didişme” yerini “saygıya ve tadı çıkarılan keyifli bir ilişkiye” bıraktı.
Bir örnek; seminerler yaklaştıkça tetikte ve işkolik olan modum iyice devreye girdi. Kızımı ihmal eder oldum. Annem bunu fark etmiş olacak ki “Seni çok özledi lütfen bırak artık bilgisayarı” dedi. Ben de “bunu ben yapmazsam yapacak başka biri yok” dedim. Tam hayatta kalma modundayım. Ama ses tonum ve duygum öfkeli çocuk modu değil, karşısındakini sayan bir erişkin moduydu. Ve gerçek duygunuz ne ise karşınızdakine her zaman o geçer.
O anda ihtiyacım olan rehberlik geldi, çok tatlı bir tonda “Tamam canım yine yap ama bir saat sonra yap önce sana bir doysun” dedi. “Çok haklısın” deyip kapattım. Bir anda beynimdeki tetikte ve hayatta kalma modu yerini sakin ve kendiliğinden akan moda bıraktı.
Şimdi gelelim “reklamlara” 🙂
Blog’un ana sayfasında seminer duyurularım var. Eğer bir tohum atmak, ya da attığım tohuma biraz daha su vermek istiyorum diyorsanız katılabilirsiniz. Seminerler ücretli ancak burs imkanı da var. Bu tarz seminerler,kitaplar, blog yazıları ve sosyal medya yazıları tohum ekip, sulamak sürecinde birer adım olabilir. Ancak asla kurtarıcı, bir anda hayat değiştiren mucize çözüm olamazlar. Mucize,hızlı çözüm vaadi var ise, ya da tek bir yöntemi “olağanüstü” diye dayatan birileri var ise, lütfen kendinizi koruyun.
Sevgiyle kalın…