Suçlu Hissetme Döngüsü

“Sürekli suçlu hissetmezsem iyice salarım, ipin ucu kaçar.Suçluluk duygusu ve içimdeki cezalandırıcı ses beni korur…” diye inananlar için;

Eleştirilerek, sevgiden mahrum bırakılarak, korkutularak ya da tehdit edilerek büyüdüyseniz… Ya da başka şekillerde yaş olgunluğunuzun kaldırabileceğinin çok üzerinde sorumluluklarla yalnız kaldıysanız…. İster istemez içinizde “yeterince iyi değilsin, başına gelenler yeterince iyi olmadığın için, eğer daha iyi bir insan olur daha çok çabalarsan başına …. gelmez” diyen bir ses güçlenebilir. Zamanında sizi korumuş olan, belki içinde bulunduğunuz ortamdan salim çıkmanıza yardımcı olan bu ses yetişkin olup da hayatın gerçekleri değiştiğinde ayağınıza dolanır olmuştur. Bu kısma yazının sonunda tekrar değineceğim.

Sürekli suçlu hissediyorsanız, ille de ihmalkar bir ailede büyümüş olmanız şart değil. “Şu sınavı kazanamazsan hayatın kararır” diyenlerle çevrili, yanında oturan arkadaşının azılı rakibin olduğu vahşi bir ortamda büyüdüysen de sonuç benzer olabilir. Rekabet elbette hayatın gerçeği. Ancak bugünkü ruhsal hastalıkların artışında bireycilik ve rekabetin dayanışma ve işbirliğinin önüne geçtiği bir düzen olduğunu savunan psikologlar var.  Ben de buna yakın bir görüşteyim.

Bizi koruyan sürekli suçlu hissetmek midir? Burada anahtar kelime “sürekli”. Dengeli bir duruş yeri geldiğinde suçlu hissedebilmektir, hiç suçluluk hissetmeyen insanlar sosyal açıdan ciddi sorunlar yaşarlar, insnaları doalndırır, yalan söyler ve hiç pişmanlık duymazlar. Ancak sürekli suçlu hissetmek, hatta sürekli olmasa bile yerli yersiz, olan olayla uyumsuz ve orantısız bir suçluluk duygusu içine girmek çocukluk yaşantılarından kaynaklı irrasyonel inançlara işaret edebilir. “Her zaman mükemmel olmaz isem beni kimse sevmez” gibi…

Suçluluk duygusu çok yoğun kişiler kendilerinde oyunbaz olma hakkını görmezler. Onlar için eğlence,oyun,gevşeme ancak ve ancak belli ödevleri yerine getirir ve etraflarındaki kişileri yeterince memnun ederlerse hak kazanacakları bir ödüldür. Bu sebeple de çoğu zaman gergin ve sinirli hissederler. İhtiyaçlarını ertelemedikleri her an kendilerini bencil hissederler. Siyah beyaz düşünceye de çok rastlarız. Ya tamamen bencil ya tamamen fedakar hissederler.

Burada bir “döngü” var. Kendini suçlamaya eğilimli insanlar sürekli kendilerini suçladıkları için de kendilerini suçlama eğiliminde olurlar. Kısır döngü burada başlar. Bu kendini suçladığın için kendini daha çok suçlamanın sonucunda iyice kuvvetlenen suçluluk duygusunun bir yerden kırılması çözümün ilk adımı.

“Zamanında sizi korumuş olan bu suçlayıcı ses” demiştim yazının başında. Burada altını çizmek istediğim şu; “içimdeki suçlayan, cezalandıran sesten nefret ediyorum, defolsun gitsin…” dediğiniz anda aslında o sesi daha da kuvvetlendirmiş olursunuz. Biliyorum, kulağa garip geliyor. Ama öyle.. Çünkü suçlayan ses beynimizdeki tehdit mekanizması ile ilgilidir. Kendimizi ne kadar tehlikede ve zarar görebilir hissedersek bu suçlayan sese o kadar çok tutunuruz. Çünkü öğrendiklerimize göre “koruyan kollayan otorite figürü” budur. Aksi türlüsü bize fazla yumuşak,narin ya da zayıf bile gelebilir.  Bu sebeple, kendi içimizdeki bir sese ne kadar çok nefret yöneltirsek beynimizdeki tehdit sistemi de o derece güçlenir ve sonra da o suçlayıcı ses kendini korumak için daha da fazla silahlanır. Bir döngüdür bu.

Her terapistin ve her yönelimin bu döngüyü kırmak için farklı müdaheleleri var. Ancak ortak görüş ilk adımın duyguyu geçerli kılmak olması. Ne hissettiğinden değil, davranışlarından sorumlusun vurgusunun atlanmaması. Buradan Marsha Linehan ve Diyalektik Davranış Terapisi’ne de selam çakmış olalım. Duyguyu geçerli kılmak, “senin suçun değil” demek ilk adım, ancak kendi hayatının sorumluluğunu almak da ikinci adım diyen Linehan…

İkinci kitabımın teması da bu olacak diye düşünüyorum. Kendini olur olmaz her şey için suçlamadan da hayatının sorumluluğunu üstelebilir misin?

Keyifle okuduğunuzu umarım.