Hayatın gerçekleri…. hayatın gerçekleri… hayatın gerçekleri… arka arkaya hızlı bir şekilde söyleyince çok komik oluyor.
Varoluşun gerçekleri? Varoluş. Varoluş. Varoluş. Varoluş diye hızlı hızlı arka arkaya yüz kere söyleyince insan nasıl da hafifliyor. Kendini ciddiye almaz oluyor. Şimdi bu hafiflik içinde yazıyorum size.
Hayatın gerçekleri. Neymiş bakalım? Kızımla yüzüyoruz, uzak mesafeden kıyıya ulaşmamız gerekiyor, yoruldu, üşüdü. Bu, denizin ortasındaki şişme bir oyun alanında oynamanın bedeliydi. Oyun bitince yüzerek dönmesi gerekiyordu. Çok kolay bir şekilde onu aldıracak, hayatı onun için o anda çok konforlu hale getirecek bir çözüm de üretebilirdim. Ama ben “hayat böyle bir şey, her şey her zaman tam senin istediğin gibi olmaz” demeyi tercih ettim. Aldığım cevap;
“Yalan söyleme anne!!!!”
Buna inanmak hiç işine gelmedi tabii. Çünkü o henüz bir çocuk. Hayatın gerçekleri ile yüzleşmeye, bu gerçeklerin onda tetiklediği zor duygular ile tek başına başa çıkmaya gücü yok. Ebeveyn de bunun için var zaten. Onun başa çıkamadığı bu duyguları onun adına taşımak, anlamlandırmak ve onun kolayca yutabileceği hale getirmek için. “Haklısın, kolay değil, anlıyorum seni,” diyerek mesela. Ama ezberden değil. Gerçekten, onun dünyasında böyle bir gerçekle kalakalmanın ne kadar zor bir şey olduğunu damarlarında hissederek.
Yıllar içinde çocuğun etrafında gerçekler her çarptığında onun taşıyamadığı zor duyguları onun için taşıyabilecek yetişkinler olduğunda ne oluyor? Çocuk yetişkin olduğunda ruhsal olgunluk dediğimiz, kelimelerle tarif etmesi çok zor olan bir yere varabiliyor.
Soyut düşünebiliyor. Siyah beyazlarla değil ara renkler ve grilerle de hareket edebiliyor. Belirsizliği daha kolay tolere ediyor. Duyguları hakkında konuşabiliyor, kendini ifade edebiliyor. Kimseyi kendinden üstün görmüyor, ama kimseye de üstünlük taslamıyor. Sınır çizdiği için suçluluk hissetmiyor. İlişkileri tehdit değil keyif alanı olarak algılıyor. Gerçekten utanılacak ya da kabahatli bir şey yapmadığı sürece utanmıyor, kendini suçlamıyor; çünkü eksik ya da zayıf olmayı insanca buluyor. Bu sebeple de kendini cezalandırmıyor, yermiyor, hakir görmüyor. Yani, kendinde de başkalarında da eksikliğe ve zayıflığa tahammül edebiliyor. Tüm bunlar dolayısıyla da kriz anlarında olduğu kadar gündelik rutin hayatta da çözüm odaklı kalabiliyor. Özür dileyebiliyor. İltifat karşısında “hiç de bile” de demiyor “öyleyimdir” diye de böbürlenmiyor. Tadını çıkartıyor. İnsanları da idealize etmek ya da yerin dibine sokmak uçlarında değerlendirmiyor. Nasıl ki kendini de artıları ve eksileriyle birlikte değerlendirebiliyorsa, çevresindekileri de aynı şeffaflıkta değerlendirebiliyor. Tüm duygularıyla irtibat halinde kalabiliyor. Yeri gelince üzülen, kızan, yeri gelince sevinen yani yaşayan capcanlı bir insan olabiliyor.
“Canlı” hissetmek.
İşte bütün mesele bu. Her duygun ile irtibatta olmak. Ne yalnızca analiz eden bir kafa, ne de yalnızca bedensel dürtülerin peşinde anlık yaşayan bir bünye… Üzgün ve canlı olabilirsin mesela. Kaygılı ya da kızgın ya da korku içinde ve canlı da hissedebilirsin. Okuduklarım içinde ruh sağlığını en iyi tanımlayan olgu buydu “canlı hissetmek”. Alice Miller “Yetenekli Çocuğun Dramı” isimli kitabında bu kavramdan bahseder ve der ki:
“Depresyonun zıttı mutluluk değildir, canlılıktır”
Bu tek cümle hayatımı nasıl yaşamak istediğim ile ilgili deniz feneri benim için.
Ne olursa canlı hissetmezsin? Baş edemeyeceğin duygularla çok uzun süre tek başına kaldıysan artık tüm duygularınla irtibatı kopartmak dışında bir çaren kalmaz. Buna çocukluğun boyunca maruz kaldıysan, yıllar içinde kendine artık hissetmemeyi öğrettiysen, yetişkin olduğunda neden tıkınırcasına yediğini, neden duygu patlamaları yaşadığını, neden en ufak bir reddedilmede dünyanın yıkıldığını, neden en ufak bir eleştiride kendini düşman saldırısındaymış gibi hissettiğini, neden sosyal ortamlarda herkes gülüp oynuyorken senin yüreğinin sıkıştığını, neden çalışmayı bir türlü bırakamadığını, kendine sürekli zarar verdiğini bile bile aynı davranış döngüsü içine girdiğini, neden sürekli fedakarlık yapmazsan kimse ile ilişki kuramayacağını düşündüğünü kendine açıklayamazsın….
Sonra bir gün beklemediğin bir şey olur. O vakte kadarki hayatta kalma formüllerinin hiçbirinin işe yaramadığı bir kriz durumu. Belki sağlığınla ilgili bir durum, belki başarı belki insan ilişkileri belki de yaşadığın ortamda senin elinde olmayan bir afet. O taşıyamadığın olumsuz duygular, kaçmak için deli gibi yediğin, içtiğin, çalıştığın, sosyalleştiğin, koştuğun duygular artık hiç bir şekilde baş edilemez hale gelmiştir.
İşte bu durum insana verilebilecek en büyük hediyedir. Terapi tam da böyle zamanlarda, dönüşmeye zaten hazır olan birine eşlik etmek için vardır (sadece bunun için vardır demiyorum elbette.)
Buradan benim dönüşümümde bana eşlik eden terapistim Pınar Serbest’e de kocaman bir selam yollamak istiyorum. Birlikte el ele zor duygularla başa çıkamayan çocuk yanımı büyüttük. Yıllarca birlikte emek verdik. İyi ki var. Bu demek değildir ki varılabilecek en yüksek ruhsal olgunluk mertebesine vardım. Daha gidilecek çok yolum var. Terapim de devam edecek, süpervizyonlarım da. Ancak en azından şunu söyleyebilirim ki artık canlı hissediyorum. Deneyimlemediğim duygum yok. Utanmanın da, korkmanın da, sevilemez ya da değersiz hissetmenin de, mutluluğun, ait hissetmenin ve sevilmenin de tadını çıkartıyorum. Evet, doğru okudunuz. Artık her duygunun tadını çıkartıyorum. Duygular bana zarar verebilecek öcüler değil, bana neye ihtiyacım olduğunu anlatmakla yükümlü ajanlar.
Bu ajanları da “çoğunlukla” idare edebiliyorum işte. Annelik yapmayı da çok daha keyifli hale getiriyor bu beceri. “Yalan söyleme anne” dediğindeki o mutluluk, paylaşım hali… Bir çocuğu büyütüken kendini de büyütme, ona öğretirken kendin de öğrenme hali…
Yorulmaya, zayıf olmaya ve becerememeye kendinde hak gördüğün için de bazen annelik yapmaya suçlu hissetmeden ara verebilme hali… Yani 7/24 anne olmak zorunda hissetmeden annelik yapabilme hali.
Yani yüz üzerinden yüz ya da doksanbeş değil de 60-70 ile tatmin olma hali.
Terapistim sağ olsun, artık 70 yeter bana 🙂
Umarım faydalı olmuştur. Sağlıcakla kalın