Uzlaşma nerede başlar, ödün verme nerede? Hangi aşamada kendini paspas ediyorsundur, hangi aşamada kendi ihtiyaçlarınla başkalarının ihtiyaçlarını dengeleyerek herkes için uzun vadede en iyi olabilecek seçime yöneliyorsundur?
Hangi aşamada bencil ve sadece kendini kollayan bir tutum sergiliyorsundur ve hangi aşamada makul ihtiyaçlarını dile getiriyorsundur? Dominant ve baskıcı olmak nerede başlar, özgüvenli ve kendini doğru ifade etme nerede?
İnsan ilişkileri söz konusu olduğunda iş beş yüz bilinmeyeni olan bir denkleme dönüşebiliyor. Çözmesi hiç kimse için kolay değil.
Ali Çarkoğlu’nu akademik çevrede tanımayan pek az kişi vardır. Kendisi Sabancı Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi Yüksek Lisansı’nda istatistik hocamızdı. Hemen her ders şunu derdi “Hangi bilim dalı ile uğraşırsanız uğraşın, er ya da geç, bir şekilde fark edeceksiniz ki iş dönüp dolaşıp insan davranışına bağlanıyor.”
Sosyal psikolojide çok çarpıcı deneyler vardır. Otoritenin, grup içinde olmanın,yani gündelik kullanımla “sürü psikolojisinin” hepimizi nasıl etkileyebildiğini artık biliyoruz. Çok büyük bir çoğunluğu nasıl karadelik gibi içine alabildiğini. Ancak birkaç küçük istisna da olsa o karadeliğe girmeyenler olabiliyor. İşte psikoloji o küçük kısmı merak ediyor.
İstisnalar kaideyi bozabilir diyor.
Onlardan yola çıkarak elde ettiğimiz bilgi ile insanlığa nasıl bir katkımız olabilir diye inceliyor mesela.
Çünkü çözmeye bir yerden başlamak gerekiyor, çünkü insansız olmuyor. Bir çok ruhsal ve fiziksel sorunun altında kendini kimsesiz ve yalnız hissetmek yatıyor diye inanıyorum ben. Bunu bilimsel bir çalışma ile test etmedim, ancak insan ilişkilerini düzene sokmanın depresyon üzerindeki onarıcı ve koruyucu etkisi bilimsel olarak destekleniyor. Oradan yola çıkarak böyle bir sonuca vardım diyeyim.
İnsan ilişkilerinin iyi olması ne demek? Herkesle iyi geçinmek olamaz herhalde. Herkesin seni sevmesi de olamaz. Biz nasıl ki herkesi sevmiyorsak arada bizden de haz etmeyen birileri herhalde olacaktır. Ancak muhakeme eden yanımız bize bunu söylerken bazılarımızın içinde şunu söyleyen bir yan da kendini gösterir “Herkes, senin sevmediklerin de dahil, seni sevmeli….” Bu içimizde, kendini sevilemez hisseden küçük bir çocuğun yardım çığlığından başka birşey değildir aslında.
Ne olursa bir çocuk büyürken sevildiğini hisseder? Çoğu zaman mesele dönüp dolaşıp sevilebilir hissetmeye bağlanıyor. Ben şimdiye kadar ailesi için “beni sevmediler” diyen pek duymadım. Ama o halde ne oluyor da etraf sevgiyi hak etmediğine inanan, kendini değersiz hisseden insanlarla dolu olabiliyor?
Yıllarca sevgi nedir diye düşündükten sonra en sonunda buldum;
Sevgi=Neşe+Güven
Bu formülün sahibi Robert Plutchik. Yıllar süren ampirik çalışmaların sonucunda sekiz ana ve sekiz ara duygunun olduğu sonucuna varmış. Sevgi de ara duygulardan biri. Ara duygular tıpkı ara renkler gibi ana duyguların birleşiminden oluşuyor. Sevgi de bir ara duygu ve neşeye güvenin birleşiminden oluşuyor.
Yani bir insan ne zaman sevildiğini hisseder? İklimi karasal olan kasvetli bir ev söz konusuysa her fiziksel ihtiyacı gideriliyor olsa da sevildiğini hissediyor olabilir mi? Mükemmelliyetçi bir ailede başarı baskısı altında büyümek insana ne yapar? Kendilik değeri, insan ilişkileri ne hale gelir? Sosyal ortamlarda gevşeyip kendisi olabilir, ve sevilmenin tadını çıkarabilir mi yoksa sürekli performans halinde mi olur? Bedeni orada ama aklı bambaşka bir yerde olan insanların yanında sevildiğimizi hissedebilir miyiz?
Kafası da bedeni de bizimle olan insanların yanında güvende hissederiz, onlarlayken sevildiğmizi hissederiz. Uzlaşma şampiyonu olabilmek için de ilk adım kendi kafamızın içinden çıkıp tüm benliğimizle karşımızdakinin öznel dünyasına alıcılarımızı çevirebilmek; hümanist Psikoloji’nin kurucusu Carl Rogers’dan bahsediyorum. Aynı vurguyu Yalom da yapar. “Şimdi ve burada” nın değeri paha biçilemez der.
Tüm benliğinle hem kendi içinde olup bitenlere hem de aynı anda başkalarının dünyasında olup bitenlere kendini açabilir misin? Karşındakinin söylediklerine kendini onun dünyasına sokup, ondan sonra yanıt verebilir misin?
Karşındakini senin dünyana gelip girebilmesi için cesaretlendirebilir misin? En önemlisi de istediği zaman ayrılabileceğinin garantisini verebilir misin;
Kalbin kimsenin kolay kolay giremediği ama girdiğinde de çıkamadığı bir mafya mı, yoksa nezaket ve saygı kurallarına uyan herkesin özgürce dolaşabildiği bir oyun bahçesi mi?
Oyun bahçesimi istiyorsun? O halde kendini değerli ya da önemli hissedebilmek için başkalarının onayına ihtiyaç duymamak üzere kendini eğitmek iyi bir başlangıç. Çok önemli bir noktaya parmak basmak istiyorum; başkalarının onayına ihtiyacımız yoktur demiyorum. Kendini değerli hissetmek için başkalarının onayına ihtiyaç duymak sorun yaratır diyorum. Bu ayrım çok önemli.
İnsanız, hepimizin kabul görmeye, sevilmeye,onaylanıp ait hissetmeye ihtiyacı var. Ancak bunlar olamadığı anda sarsılıp dengenin şaşması başka bir mesele. Değerli ve sevilebilir hissetmek tamamen dış koşullara bağlı olduğu zaman ya boyun eğeriz ya da herşey hep bizim istediğimiz gibi olsun isteriz. Karşımızdakinin bize karşı en ufak bir olumsuz duygusuna tahammül edemediğimiz gibi kendimiz de insanları ya tamamen iyi ya da tamamen kötü diye ayırma eğiliminde olabiliriz. Bunun sonucunda da uzlaşma becerilerimiz güdük kalır. Özetle, potansiyelimiz kendimizi değersiz hissetmemiz sonucunda ağzımızdan çıkanların kölesi olur.
Bir egzersiz önerisi ile bitirelim; güvendiğiniz insanlardan sizin olumlu ve olumsuz yanlarınızı söylemelerini isteyin. Savunmaya geçmeden dinlemeye çalışın. Söylenenler çok zor duyguları tetikleyebilir; hemen tepki vermek yerine duygunun içinde kalın. Duygunun dalgalar halinde nasıl yükselip tepe noktasına çıktığını ve daha sonra da kendiliğinden azalmaya başladığını göreceksiniz. Dalgaya direnmektense duygunun üzerinde sörf yapmaya çalışın. (Kognitif Davranış Terapisinde yeme atakları,sigara bağımlılığı ve başka türlü dürtüleri anlamak için kullanılan “Urge Surfing” diye bir teknik vardır. Ondan bahsediyorum burada. Meraklısı detaylarını araştırabilsin diye not düşmüş olayım)
Özetle, her duygunun ama her duygunun uşatığı bir tepe noktası ve daha sonra da azalmaya başladığı bir sınır vardır. En zor ve en güzel duyguların da…. Evet aşk da buna dahil. Uzun sürebilen ilişkilerin sırrı bitmeyen aşk değil, karşılıklı özen ve emektir mesela. Bir sonraki konumuz da bu olsun.