Sevgi=Neşe+Güven
Bu formülün (Love=Joy+Trust) Robert Plutchik’e ait olduğunu daha önce çok kereler yazdım ancak sanırım daha çok uzun süreler yazmaya devam edeceğim. Katıldığım bir çok eğitim ve konferansta sevginin ne olduğu konuşuldu. Bir çok hocam sevginin bir duygu olmadığını, daha geniş bir şemsiye olduğunu söyler ancak yukarıdaki formül kadar kafa açıcı bir açıklamaya şimdiye kadar rastlamadım. Zaten Robert Pluthchik de duygu araştırmaları alanında en çok bilimsel, veriye dayalı çalışma yapan isim. Yukarıdaki formüle de uzun yıllar süren çalışmaları sonucunda ulaşmış.
Teoriye göre, her duygunun seyreltilmiş ve yoğunlaştırılmış halleri de var. Neşenin seyreltilmiş hali İngilizce’de serenity olarak geçiyor. Huzur diye çevirenler çok olmuş, ancak tam karşılamıyor. Dingin bir tatmin olmuş, doymuş, kendinden memnuniyet hali diye uzun uzun açıklarsak sanki tam duygunun karşılığını verecek gibi düşünüyorum. Özellikle duygu içeren bazı kelimeleri anlamını tam vererek çevirmek çok zor olabiliyor.
Bu durumda, Plutchik’in duygu çemberini çeviren bazı siteleri araştırdım ve “joy” kavramının hem neşe hem de keyif olarak çevirildiğini gördüm. Duruma göre ikisi de olabilir.
Bu kadar uzatmamın bir sebebi var. Özsevgi denen şeye nasıl ulaşılır? sorusu hem seanslarımda hem de seminerlerimde en sık aldığım sorulardan biri. Bu teoriden yola çıkarsak kendini sevebilmen için kendi kendinleyken keyifli ve güvende hissetmen kolaylaştırıcı olur. Yani kendi kendinle geçirdiğin zamandan keyif alabilmen (Enjoy yourself). Lafta kolay, iş uygulama gelince yumak başlıyor. Açalım;
Kendi kendinleyken “de” geçirdiğin zamandan keyif alabilmek, ama insan ilişkilerinden çoğu zaman daha çok doyum almaktan, beslenebilmekten bahsediyorum.
Bazen gururun yerine insanlarla ilişkini sürdürmeyi tercih etmekten, derin ve yakın ilişkilere emek vermeyi bilerek isteyerek istikrarlı olarak seçmekten bahsediyorum… Yani bazen bu uğurda alttan alabilmekten.
Alttan alınca özsaygımızdan ödün vermiş olmayız her zaman. Hatta bazen, yeri geldiğinde, alttan alabilmenin özgüven göstergesi olduğunu düşünüyorum. (Ancak içimizde çok ezilmiş, çok eleştirilmiş bir çocuk varsa, her alttan almayı kendimizi ezdirmek olarak görme ihtimalimiz yüksek; bu da başka bir yazının konusu olsun.)
Özgüven, birileriyle yakınlaştığında alacağın darbelerin üstesinden gelebileceğine dair kendine olan inancını içerir. Kendini açtığında, “ona” ihtiyacın olduğunu söylediğinde, ona yetemeyip kendini berbat hissettiğinde, ve en önemlisi reddedildiğinde… Tüm bunlar olduğunda, ki yakın ilişki söz konusu olduğunda er ya da geç bir şekilde olması kaçınılmaz, tetiklenen o çok zor duyguların üstesinden gelebileceğine dair bir kendine inanç. Reddedilmeyi, terk edilmeyi herkesin başına gelebilecek insanlık halleri olarak gördüğün o dingin yanının ilişkilerde devrede olması.
Başka bir deyişle kendi kafanın içinden çıkıp hayatın içine girebilmek. Hepimiz hayatı yaşıyoruz ama nerede yaşadığımız hayat kalitemizi belirliyor. Kafanın içinden bir türlü çıkamıyorsan nereye gidersen git, kiminle olursan ol aynı şeyi yapıyor oluyorsun aslında.
Böyle olunca da hayatı yaşamaya değer kılan şeylerden kendini mahrum ediyorsun. Hayatı yaşamaya değer kılan en anlamlı şey derin, yakın ve hakiki ilişkiler. Bir ilişkinin yakın ya da hakiki olduğunu nasıl anlarız? Mesela o kişiyleyken kendimiz olabiliriz. O kişi ile duygularımızı paylaşabiliriz, konuşabiliriz. O da bizimle konuşabilir.
İki taraf da ilişkiye kullan-at bir ürün olarak gözüyle değil, evladiyelik bir antika gözüyle bakıyordur. Sadece o ilişkiye değil, genel olarak ilişkilere nasıl bir zihniyetle yaklaşıldığından bahsediyorum.
Taraflardan biri ilişkileri kullan-at mantığıyla yaşarken diğeri evladiyelik görüyorsa ikinci kişi için işler bir noktada çok acı verici bir hal alabilir. İlişkileri kullan-at mantığıyla yaşayan kişi (en azından dışarıdan bakıldığında) hayatına çok mutlu bir şekilde devam ediyor gibi görünürken diğer kişi kaybettiklerinin, ona ulaşamıyor olmanın acısını yaşar. Karşısındakinin nasıl o kadar taş kalpli olabildiğine inanamaz. Oysa taş kalpli falan değildir. Yalnızca acıdan kendini korumak için kimseye gerçek anlamda yakınlaş(a)mıyordur.
“Hep acı çeken taraf ben oluyorum” diyerek bundan sonra ilişkileri kullan-at mantığı ile yaşamaya karar verdiyseniz sizi bu kararınızdan döndürebilecek bir şey söylemek istiyorum; evet, acı çeken taraf siz oluyorsunuz belki ama gerçekten sevebilen taraf da siz oluyorsunuz. Diğer türlüsünde ne sevgi verebiliyorsun, ne de sevgiyi alabiliyorsun. Bu sebeple içinde hep bir huzursuzluk olması kaçınılmaz. Dışarıdan bakınca kimsenin yıkamadığı bir kale gibi görünsen de aslında içinde kocaman bir boşluk olan yapayalnız bir çocuk olarak yaşıyorsun.
Sonra da ne yaparsan o boşluğu doldurmak için yapar hale geliyorsun. Belki çalışmak,belki aşırı spor, belki tüm programını doldurmak, sürekli bir proje üretmek, yemek içmek, sosyal medyada zaman geçirmek ve bir yandan da eski sevgililerini stalklamak…
Hepsi o boşluğu doldurmak için. O boşluğu doldurmanın tek yolu kendini derin ve yakın ilişkilere açmak. Kendini insanların yanında kırılgan hale getirme cesaretini göstermek. Karşındakine ona ihtiyacın olduğunu söylediğinde bunu gerçekten hissetmek, kurduğun duygu yüklü cümlelerin karşındakini manipüle etmek, onu kendine bağlamak için söylediğin boş cümleler olmaması…
Hayatını karşı tarafı garantilemek üzerine değil de gerçekten bir ilişki kurup bu ilişkinin tadına varabilmek için yaşamak, hayatı yaşamaya değer kılan en önemli şey bence.
Kendinizi bundan mahrum ediyor musunuz?
Cevap “evet” ise çözüm için ilk adım buna neden ihtiyacınız olduğunu anlamak. Yani incinmekten neden bu derece korktuğunuzu… Sonra da her türlü reddedilme ve terk edilme acısıyla baş edebileceğiniz gerçeği ile kavuşmak. “Gerçeği” diyorum, çünkü artık eminim ki insanın er ya da geç, yardımla üstesinden gelemeyeceği bir acı yok.
Sevdiğini, sevildiğini hakiki olarak hissetmenin verdiği huzuru, yüzüne yansıyan ışığını deneyimledikten sonra o eski korunaklı kalenize bir daha dönmek istemeyecek, cebinizde hep taşıdığınız bu sevgiden kendinizi mahrum bırakmamak için ilişkilerinize emek vermeyi kendiliğinden isteyeceksiniz…
Okumaktan keyif almışsınızdır, zamanınıza değmiştir umarım… Sevgiler.