Bencilliğin İki Yüzü; Çözüm

Bir önceki yazıya kaldığımız yerden devam edelim.

Çözüm?

Başkalarının hayatında bu derece özel olmaya neden ihtiyaç duyulduğunu anlamak ilk adım. Birileri için özel olmak herkesin hoşuna gider. Ancak kendi ihtiyaçlarınızla ve bedeninizle irtibatınız kopacak kadar iş ileri gitmiş ise belki de bu yazı faydalı olabilir.

Bunu anlayabilmek için de duygusal ihtiyaçların neler olduğuna bakmak ilk adım.

“Olduğun halinle sevilebilir olmak.”

Temel birçok ihtiyaçtan yalnızca biri. Bu yazının amacına uygun olduğu için şimdilik yalnızca bu ihtiyaca odaklanalım.

Nasıl bir ebeveyn bir çocuğu olduğu haliyle sevemez de onu kendi istediği kalıba sokmak için çabalar? Çocuğa rehberlik etmek, onu ulaşabileceği potansiyelin en üstüne çıkması için cesaretlendirmek ve onu “yontmak” arasındaki fark nedir?

Yontmak ve rehberlik etmek arasındaki fark yalnızca ikincisinde ebeveynin kendi kafasının içinden ve kendi ile ilgili kaygılarından ve çocukluğundan getirdiği duygusal bagajlardan önemli ölçüde kurtulmuş olmasıdır. “Önemli ölçüde” diyorum çünkü duygusal bagajlardan tamamen kurtulmak mümkün olmayabilir. Ancak yeterince iyi ebeveynlik edebilmek için zaten dört dörtlük duygusal sağlık şart değildir. Ne demek istediğimi açayım.

Sevgiyi yalnızca koşullu alarak büyümüş birini hayal edin. Yalnızca aileyi gururlandırdığı zamanlarda ebeveynlerin gözünün parladığını gören mesela. Yalnızca aile için önemli olan alanlarda başarı gösterdiğinde…

Bunun türlü türlü şekillerine şahit oldum. Mühendis olmak isteyip zorla müzisyen yapılanı da, işletme okumak isteyip zorla tıp fakültesine sokulanı da, tıp okumak isteyip hiç okutulmayanını da… Sonuncusu en acıklı olanı.

Duyguların hiç konuşulmadığı ve önemsenmediği aileler var sonra… Soğuk ve görev odaklı bir ev ortamı hayal edin. Çocuk annenin ya da babanın kendiliğinden oyun oynayan eğlenen yüzünü hiç görmüyor. Herkesin birbirine karşı “görevleri”  var ve bu görevler yerine getirildiği sürece düzen işliyor. Sevgi ve empati gibi kavramlar deneyimlenmiyor.

Kolay kolay kimse “annem ve/veya babam” beni sevmiyordu demez, diyemez. Bunu kabul etmek dünyadaki varlığının gereksiz ve hiç olmaması gereken bir durum gibi olması anlamına gelir neredeyse, o derece şiddetlidir. Oysa sevebilmek bir beceridir. Sevgi, Robert Plutchik’in teorisine göre, güven ve neşe duygularının birleşimidir.

Bu dünyada kimseye güvenmeyen, kimsenin yanında kendini güvende hissetmeyen, neşe duygusu hayatında olmayan ya da çok ender olan biri, bu teoriye göre sevgi duygusunu da deneyimleyemez, hissedemez.

Dolayısıyla, ebeveyniniz hep depresyonda idiyse, kimseye güvenmiyor, kimseyle arkadaşlık edemiyorduysa…. ya da ebeveynler birbirine güvenmiyor ve sevmiyorduysa, çocuğa karşı çok farklı davransalar bile bu durumda ortam sevgisiz bir ortamdır.

Bazen de tam tersi olur. Ebeveynden sevgi alamayan çocuk kendini sevgi dolu başka bir ortamın içinde bulur. Burası bazen okul, bir öğretmen, bazen bir arkadaşının ya da aile büyüklerinden birinin evi olur. Bu şekilde bir koruyucu faktör varsa “sevebilen” biri haline gelirsiniz. Belki bu özelliğiniz örtülü olur, ortaya çıkarabilmeniz için cesaretlendirilmeniz gerekir.

Ancak hiçbir koruyucu faktör olmadıysa, hele bir de üstüne yalnızca ve yalnızca mükemmellik ve üstün performans karşılığında değer görerek ödüllendirilme söz konusuysa; sevgi karşındakinden istediğini alabilmek için kullandığın bir para birimi haline gelebilir. Başka bir deyişle, kendini olduğun halinle sevilebilir görmediğin gibi bir başkasını da kolay kolay olduğu haliyle sevemezsin.

Bu durumda ne yaparsın? Ya kimseyle ilişki kurmazsın… Ya da diğer iki yoldan birini seçersin: ihtiyacı gören, çekip çeviren olmak ya da alan tarafta olmak. Hayatı kolaylaştıran ve bakım veren olmak ya da bakımı alan tarafta olmak… Bu alıp verme dengesinin bir türlü denk hale gelememesi…

Eğer alan taraftaysanız zaten büyük ihtimalle bu yazıyı okumuyorsunuzdur. Okuyorsanız da büyük ihtimalle ilişkinizde verici olan taraf size bu yazıyı gönderip “bak sen busun” diye bir aydınlanma yaşayacağınızı umut ediyordur. Elbette bu durumun olmasını bu paragrafı yazarak önlemiş oldum :)))

Böyle bir durum söz konusu ise, yani yazıyı kendisi için okumakla kalmayıp birilerine “okutan” taraf olma eğiliminde iseniz size naçizane bir önerim olacak: yazının devamını okuyun.

“Codependency” diye bir kavram var. İlk başta madde bağımlılarıyla ilişkisi olan kişileri tanımlamak için kullanılan bir kavram olarak ortaya atılmış.  Bu kişilerle ilişkisini ne olursa olsun, ne kadar üzülüp psikolojik-fiziksel şiddet yaşarlarsa yaşasın bırakamayan kişileri tanımlamak için… Maddeye “bağımlı” (dependent) kişiler dolayısıyla, dolaylı yoldan o maddeye bağımlı olma halini tanımlayan bir durum “codependency”. Madde bağımlıları maddeye bağımlı,bu kişilerle ilişkisi olanlar ise başka birşeye; bakım üstlenmeye!

Daha sonraki kullanımlarında kavram sadece madde bağımlıları için kullanılmaktan öteye geçiyor ve ilişkilerini yalnıza birilerinin bakımını üstlenerek yürütebilen insanlar için de kullanılmaya başlanıyor.

Burada “bakım vermek” ve “bakımını üstlenmek” arasında bir ayrım yapmak istiyorum.  Bakım vermek her sağlıklı ilişkide karşılıklı olarak yeri geldiğinde, iki erişkinin dozajını tutturacak şekilde yapılır. bu “dozaj” detaylarıyla irdelenmesi gereken bir konu ancak başka bir yazının konusu olsun. “Bakım üstlenmek” başka bir boyut;

O kişinin gönüllü terapisti, ablası-abisi,ebeveyni, hayatının organizatörü olursunuz. Ve en önemli ayrım: bunları yapmadığınız zaman sevgi alamamak. Onun da bunun karşılığında çocukluğunda koşulsuzca sevilmiş kişilerin yetişkinlikte ihtiyacı olmayan o “şeyi” vaad etmesi;

Sizi çok çok çok özel, başkalarından farklı, vazgeçilmez ve biricik kılmak! Adeta şövalye ilan eder gibi… Ve o yaptıklarınızı yapmaya devam ettiğiniz müddetçe de bu “çok özel olma” mertebesini koruma garantinizin olması…

Yine altını çizmeden geçemeyeceğim, biricik olmak, biri için çok özel olmak herkesin hoşuna gider. Ancak çocukluğunda çabalamasına gerek kalmadan bu duyguları yaşamış kişiler yetişkinliklerinde de çok çaba ve hırpalanma gerektirmeyecek şekilde, karşılıklı emek ile birbirlerine bu duyguyu güzel dozlarda verebilecekleri ilişkileri tercih ederler.

Mesela daha ilk baştan kendilerini göklere çıkartanlara karşı temkinli olurlar. Karşılarındaki için bir emek verirler ve bunun karşılığında bir süre sonra diğer kişinin de kendiliğinden emek vermeyi isteyip istemediğini tartarlar. Bu çetele tutar gibi yapılmaz elbette. Kendiliğinden olur, doğal,akışında… Onlar için anadil gibidir.

Oysa çocuklukta koşulsuzca sevilmediyseniz, sevgi için hep çabalamanız gerektiyse, erişkinlikte de doğalınız bu olur. Ebeveyninizden alamadığınız o koşulsuz sevgiyi, biriciklik duygusunu deneyimleyebilme umudu ile size bunu vaad eden kişilere karşı tarifsiz bir romantik çekim hissedersiniz. Aksi türlüsü sizi “kesmez”.

Çözüm? demiştik ya yazının başında.

İşte şimdi sırası geldi;

Bu koşulsuz sevgiyi hiçbir zaman alamayacağınız gerçeği ile barışmak. Çünkü koşulsuz sevgi bir erişkinin değil, bir çocuğun ihtiyacıdır. Bir erişkinin koşulsuz sevilmeye ihtiyacı yoktur. Koşulsuz sevgi duygusal olarak büyümek ve olgunlaşmak  için ihtiyacımız olan ve yalnızca ebeveynimiz tarafından alabileceğimiz, bir duygudur. Erişkinlerin dünyasında herşey koşulludur. Lütfen bundan  “çıkarlar dünyası” gibi bir anlam çıkmasın. Bunun anlamı yetişkinlerin dünyasında kimsenin kimseyi sırtlanmayacak olması, ve doğal olanın da bu olmasıdır. Çocuklukta ebeveyn çocuğu sırtlanır, erişkinler ise birbirlerinin koluna girerler. Karşılıklılık ilkesiböyle birşeydir. Elbette daha sonra çok daha detaylı yazacağım konular arasında bu da var.

Gelelim çözümün devamına: Koşulsuz sevgi ihtiyacını çocuklukta gideremediyseniz bir daha telafisi yoktur. Ve gerçek değişim de, yani “bakım üstlenici” olmayı bırakmak da ancak bu acı gerçekle barıştıktan sonra mümkündür. Gerisi zamanla, serinkanlı bir kararlılıkla kendinizi keşfederek mümkün.

Bildiğiniz üzere ben bu konularda yazmayı, anlatmayı çok seviyorum. Çok sevdiğim ve iyileştirici olduğuna şüphe duymadığım birşey daha var; çocuklar ve eğitim üzerine yoğunlaşan sivil toplum kurumlarıyla çalışmak.

ÇimenEv iki senedir psikolog olarak destek verdiğim bir kurum. Çok iyi işler çıkartıyorlar. Hani yukarıda dedim ya “koruyucu faktörler” olabilir diye. İşte ÇimenEv risk altındaki çocuklar için hem akademik hem de duygusal yönden koruyucu faktör olma misyonunu üstlenmiş durumda. Hedef; her mahalleye bir ÇimenEv (cimenev.net). Kendi içindeki çocuğu iyileştirmenin bir yolu da başka çocuklara el uzatmak.

Bu sebeple 15 Nisan’da ÇimenEv yararına bir seminer düzenliyorum. Bu yazıda bahsettiğim konular iginizi çekiyorsa bu seminerden fayda göreceğinize şüphem yok. Detaylar aşağıda.

Kendi kendinin “yeterince iyi ebeveyni” olmak;

1.Duygusal ihtiyaçlarımız neler?

2.İhtiyaçlarımızın ne kadar farkındayız?

3.İhtiyaçlarımızı başkalarının ihtiyaçlarını da gözeterek denge içinde nasıl karşılayabiliriz;

Buna engel olan inançlarımızı nasıl keşfedebiliriz?

4.İhtiyaçlarımız karşılanmadığında tetiklenen zor duygularla baş etmek için kullandığımız işlevsel olmayan baş etme mekanizmaları nelerdir? Nasıl ayağımıza dolanırlar? Çözüm seçenekleri neler olabilir?

5.İnsan ilişkilerinde kendimizi nasıl daha iyi besleyebiliriz? Sağlıklı çatışma nedir?

Gibi soruları cevapladığımız, benim sunumum doğrultusunda ilerleyecek olan, yarı yapılandırılmış, yani soru-cevap şeklinde grup dinamiğiyle birlikte de şekillenecek olan bir seminer olacak.

Kayıt ve detaylar:

Tarih: 15.04.2018 Pazar

Saat: 13:00-18:00

Yer:Çimenev-Harbiye (cimenev.net)

Kontenjan: 12 kişi

Kayıt için iletişim: ozpinargulben@gmail.com

Ücret: 400 TL . Seminerden elde edilecek gelirin tümü ÇİMENEV’e aktarılacaktır.

Gelirin tümü ÇİMENEV’e ait olduğu için bu seminerde burs kontenjanı açamıyorum. Ancak seminerin tekrarı olacak ve o zaman kontenjanın yarısı burslu olacak her zamanki gibi 🙂 

Görüşmek dileğiyle,

Sevgiler.