Çocukluktan beri sadece yağlı hamur ile beslendiyseniz erişkinliğinizde sebze ağırlıklı bir diyete geçmeniz kolay olmayacaktır. Çocukluktan getirdiğimiz ilişki alışkanlıkları da aynı şekilde değiştirmesi zor alışkanlıklar gibidir.
Neden bu kadar zordur? Çünkü beynimiz “esas” zevkli olanın çocukluğundan beri alıştığı şey olduğunu düşünüyordur. Sebzeleri, salataları sağlık için yapılması “gereken” ancak sıkıcı ve keyifsiz tercihler olarak kodlamıştır. Oysa dışarıda bir yerde hamurişinin ağzında bıraktığı o yapışkan tadı, kuru hissi, boğazından geçerkenki yumruksu yapıyı istemeyenler vardır. Hamurişini yedikten sonraki o ağırlık ve uyku bastırması hissiyatını itici bulanlar vardır. Herkes arada bir “dayanamayıp” bu gıdaları yiyebilir.
“Dayanamamak…” Gıdalar söz konusu olduğunda hızlı enerji veren, kan şekerini hızlı yükselten yağlı ve yüksek kalorili gıdalara hele ki karnımız açken daha fazla ihtiyaç duyduğumuz, arzuladığımız bir gerçek. Bunun duygusal dünyadaki karşılığı nedir peki? Neye dayanamayız?
Uzun süre duygusal açlık içinde kaldıysanız; sevme,sevilme,anlaşılma,olduğun kişi olarak kabul görme, aidiyet,makul ihtiyaçlarını dile getirme, kendini ifade,bağımsızlık, doğal yetenek ve eğilimlerin doğrultusunda başarılı hissetme, fiziksel hareket ve cinsellik, spontanlık ve eğlence …. Bunların önemli bir kısmından önemli ölçüde uzun süre kendinizi mahrum ettiyseniz o zaman risk altındasınız demektir.
Bu risk bütün gün hiçbir şey yemedikten sonra elinize geçirdiğiniz ilk en karbonhidratlı ve yağlı yiyeceği mideye indirme dürtüsünün duygusal karşılığıdır; sizi göklere çıkartan birine ilgi duymak. Göklere çıkmak karbonhidratı ilk yediğinizdeki duygu gibidir. Ancak paket olarak sonradan gelen mide spazmı,ağırlık ve uyku hissi ve kilo alımı söz konusudur.
Başka bir deyişle; göklere çıkarmanın hemen arkasından büyük olasılıkla aynı hızda yere çakılma gelecektir. Tıpkı aniden çıkan kan şekerinin sonra yine aniden düşmesi gibi. Bu ani düşüşün sonrasında nasıl ki canınız tekrar tekrar şeker isterse, aynı şekilde göklere çıkma duygusunu da tekrar tekrar deneyimlemek için aynı tarzda kişileri isteyebilirsiniz.
Ancak bu döngünün sonu bellidir. Sağlığın bozulması. Çözüm?
Şeker ve karbonhidrat bağımlılığını çözmeye benzer adımlar yardımcı olabilir, ancak duygular söz konusu olduğu için süreç daha karmaşık,inişli çıkışlı ve uzundur. Çözüm için basite indirgenmiş ve revize edilmeye açık kısa bir özet yapacak olursam;
1.Duygusal ihtiyaçlarını fark etmek;
2.Bu ihtiyaçları gidermeye hakkın olduğuna inanmak;
3.Bu ihtiyaçları sana verebilecek birilerinin olduğuna inanmak;
4.Bu kişilere layık olduğuna inanmak;
5.Bu kişilerin ihtiyaçlarına da karşılık verebilecek olgunlukta olmak; kendi ihtiyaçlarınla başkalarının ihtiyaçlarını dengelemeyi benimsemiş olmak;
6.Harekete geçmek.
Bu adımların ilki en kolayı. Esas zor olan ve değiştirmesi zamana yayılacak olan sonraki adımlar. Sonraki adımların her biri kendi içinde uzun bir yazının konusu.
Belki de başlangıç için doğru soru şu olmalı; ne olmuş da besleyiciliği yüksek ilişkiler yerine birdenbire yoğun duyguları aniden verecek ilişkilere yönelme eğilimindesiniz? Erken çocuklukta neyi deneyimlediniz ya da deneyimlemediniz?Acaba neden doğal kendilliğinden ve yavaş yavaş demlenen ilişkileri “ot gibi” buluyorsunuz? Sakince size yaklaşanları belki sıkıcı, belki yetersiz belki yeterince tutkulu bulmuyorsunuz?
Bu noktada bir önceki yazımda bahsettiğim şema kimyası devreye giriyor.
“Devlerin Aşkı Küçük Olur”:
https://terapidefteri.org/2018/04/05/devlerin-aski-kucuk-olur/ (Eğer okumadıysanız önce o yazıyı okuyup sonra buna devam etmeniz daha faydalı olabilir).
Rihanna’nın (sanırım) bir şarkısı vardı, duyar duymaz şema kimyasına örnek olarak düşünmüştüm, şimdi zamanıymış:
I love the way you lie, I love the way it hurts..” diye nakaratı vardı. Yalan söylemesinden, ilişki içinde çektiği ızdıraptan aslında nasıl hoşlandığını, ilişki içinde iyi hissediyorken nasıl süpermen gibi havalarda olduğunu, kötü gidiyorken nasıl kendini unutup bütün dünyasının yıkıldığını anlatıyor. Şema kimyası dediğimiz şeyin satır satır vücut bulmuş hali. Gerçi aşk şarkılarının çok büyük bir kısmı şema kimyasından canı yanan insanların kaleme aldığı sözler. Şemalar olmasa sanat da olmazdı sanırım ama bu mesele polemiğe çok meyilli olduğu için uzatmadan konumuza geri dönüyorum 🙂
Eğer zor bir çocukluğunuz olduysa ve kendinizi aynı döngülerin içinde buluyorsanız güvendiğiniz bir terapistle çalışmak faydalı olacaktır. İşin en zor kısmı o döngüden bir kere çıkmak. Bir kere çıktıktan sonra bir daha kolay kolay aynı alışkanlığın içine geri dönme ihtimaliniz düşük. Bu düşüncemin altında yatan kavram da öğrenilmiş çaresizlik. Açayım:
Öğrenilmiş çaresizlik deneyini hatırlayalım; etik açıdan yanlış bulduğum bir deney… Zavallı köpekçiklere bir tabla altından elektrik şoku verip kaçmalarını engelliyorlar. Zavallı hayvancağız bir süre sonra kaçma çabasını bırakıp elektrik şoku gelse de kıpırdamadan duruyor.
Bu kısım çocuklukta oluşan inançlarımızın kendi kendini sürdürme prensibine denk geliyor. Bir çok teorisyen bu konuda hemfikir. Eğer dışarıdan bir müdahele olmazsa erken çocukluk dönemindeki ev ortamını bir şekilde sürdürme eğiliminde oluyoruz. Bunun nedenlerini farklı şekillerde açıklayabiliriz; çocuklukta alamadığın sevgiyi alma çabası, çocukluktaki ortamını yaratıp sonra da değiştirmeye çalışarak çocukluğunu değiştirme çabası, beynin alışkanlıklarını sürdürme eğilimi vb… Açıklamalar çeşit çeşit ancak çözüm tek: serinkanlı bir kararlılıkla bu ezberleri bozmak için emek vermek. Nasıl?
Deneyle devam edelim:
Daha sonra kaçabileceği bir düzen yapılsa da, hayvancağız kendi gözüyle aslında artık ortada bir engel olmadığını görse de;
Altını iyice çizmek istiyorum: gözleriyle artık ortada oradan çıkmasına engel olacak bir bölme olmadığını görse de! :
Kaçma çabasında bulunmuyor.
Bu “görme” kısmı da bizim artık duygusal açıdan donanımlı olan, bir çocuktan çok daha fazlakaynağı olan bir erişkin olduğumuz, artık birilerinin bakımına muhtaç olmadığımız, kimsenin insafında olmadığımız, hiçbir eve ve yaşam tarzına mahkum olmadığımız gerçeğini “görme” ama bir türlü damarlarında hissederek inanamamaya denk geliyor. İnanamamayı bırak, biri bunu söylediğinde düşman kesilmek, öfke duymak, bile olası…. Öyle çok deneyimledim ki bunu.
Değişim nasıl olacak peki? Yine deneyle devam edelim;
Biri onu tutup diğer tarafa atlattırınca durum değişiyor. Ondan sonra bir daha asla elektrik şokunun olduğu tablaya geri dönmüyor.
Bu “birinin tutup atlattırdığı” kısım neye denk geliyor biliyor musunuz? Danışan ve terapistin el ele tutuşup, danışanın içindeki incinmiş, vazgeçmiş, çaresiz hisseden çocuğa “birlikte” yeniden ebeveynlik yaptığı kısma denk geliyor. “Birlikte” kısmını ne kadar vurgulasam azdır.
Kolay demiyorum. Hemen olacak da demiyorum. Emekle mümkün diyorum.Sıra geldi yazının başlığı ile ilgili olan kısma. Spora ilginiz varsa bir kaç sakatlanma yaşamadan bedeninizin sınırlarını kavramanın zor olduğunu fark etmiş olabilirsiniz. “İyi acı-kötü acı” kavramını ilk kez bir spor çalışmasında bir antrenörden duymuştum. Esnetme hareketi içinde kalma çalışmasıydı. Esnekliğin artabilmesi için bedeni dayanabileceği sn noktaya kadar götürmek gerekiyor, acının içinde kalabilmek gerekiyor. Ancak kası aşırı zorlarsanız da bu sefer zedelenebilir. Düzenli spor yapmanın bana en büyük faydası “iyi acı-kötü acı” ayrımını öğrenmek olmuştur.
İyi acı, yani geliştiren acı kozadan çıkma hissi gibi… Örseleyen acıysa bıçak batması gibi… Bunu duygusal dünyamıza da uyarlayabiliriz. Kendinizle, dünyayla ve ilişkilerle ilgili kök inançları, şemaları ve zaafları aşmaya çalışırken, yani konfor alanından çıkmaya çalışırken hissedilen acı kozadan çıkarken hissedilen acı gibi… Değişim de aynı sebeple uzun bir sürece yayılır. Çünkü birdenbire kozadan çıkan kelebek yaşayamaz.
Değişimi ameliyatla bir tümör alır gibi bıçak darbeleriyle yapmaya kalkışırsanız kaş yaparken göz çıkarmış olursunuz.
Değişimin sancısı örselemez. Bu yüzden canınız yansa da konfor alanınızdan çıkmanın size hiçbir zarar vermeyeceğinden, hatta tıpkı spordan sonra ağrıyan kasın aslında daha güçlü bir kas olması gibi, sizi daha hakiki bir yere taşıyacağından emin olabilirsiniz.
Umarım faydalı olmuştur. Sevgiler…
(Not: Öğrenilmiş Çaresizlik konusu ilginizi çekiyorsa Martin Seligman kitaplarından yararlanabilirsiniz)