Yazdıklarımı okumadan önce ya da sonra özgeçmişimi merak edenler olursa diye burada kısa bir bilgilendirme yapmak istedim. 1979 yılında İzmir’de doğdum. İlkokul yıllarım nahoş geçti diyebilirim, at yarışlarından, hırslardan, kalabalık sınıfla baş edemeyen sinir krizinin eşiğindeki öğretmenlerden ben de nasibimi aldım.
Daha sonra imdadıma İzmir Amerikan Koleji yetişti. Yetişkinlerin çocuklara saygı duyabileceğini, karşımdaki bir yetişkin dahi olsa haklarım ihlal edildiğinde susmamayı orada öğrendim. Bu sebeple okulumu çok sevdim, öğrenmek benim için zevk haline dönüştü. İlk psikoloji dersimi de burada aldım. Adı “İnsan İlişkileri” idi. Psikolog olma kararıma etkisi büyüktür.
Üniversitede çevreden aldığım kaygı mesajlarının etkisinde kaldım ve psikoloji yerine uluslararası ilişkiler bölümünü yazdım. Koç Üniversitesi’ne kaydoldum.
Koç Üniversitesi benim için ikinci dönüm noktası oldu, hayalim olan psikoloji bölümü ile çift anadal yapma hakkını bana verdi. Büyük bir karardı bu. Çünkü hem ortalama öğrenciden çok daha fazla ders alacak, hem de hakkımı kaybetmemek için 3.00/4.00 ortalamanın altına düşmeyecektim. Ders çalışmaktan yaşıtlarımın dahil olduğu bir çok etkinliğe dahil olamayacağım anlamına da geliyordu bu. Ama psikoloji aşkım ağır bastı. Yeri geldi, insanlar acıdı bana, günde üç finale girdiğim oldu. Bu yoğun tempoya rağmen, çok severek okuduğumdan olsa gerek, onur derecesi ile mezun olarak üniversite yaşamımı tamamladım.
Mezun olunca özel sektörde çeşitli alanlarda çalıştım. Değişik dünyalar görme ve iş dünyasının sıkıntılarını bizzat deneyimleme fırsatını yakaladım. Pazar araştırma sektöründe çalıştım mesela. Bir gün kendi iş yerim olursa çalışanlara nasıl davranmamam gerektiğini öğrendim oradaki patronlardan.
Bir süre sonra da akademik yanım beni kendine çağırdı ve Sabancı Üniversitesi’nin Siyaset Bilimi Bölümü’nde tam burslu olarak yüksek lisansa başladım. İki sene boyunca hem asistanlık yapıp kendimi geçindirdim hem de Şerif Mardin, Sabri Sayarı, Ayşe Kadıoğlu gibi akademisyenlerden Türkiye’yi öğrendim. Onlar sayesinde vizyonum, yaşadığım ülkeyi değerlendirme kapasitem derinleşti. Tezimi kimlik politikaları, AB uyum yasaları ve siyaset psikolojisi başlıklarında yazdım. Akademik dünyanın kendi içindeki rekabetlerini, entellektüel arenada da hem boğaların hem matadorların olduğunu da öğrendim. Ego denen şeyin sadece iş dünyasında değil, akademik dünyada da, yani insanın olduğu her yerde olabildiğini öğrendim.
Aynı zamanda egosuna yenik düşmeden sadece kendi işine bakanların, kendi ürettiği bilginin derdinde olanların er ya da geç kazançlı çıktığını da öğrendim. Paha biçilemez bir deneyimdi benim için. Edindiğim akademik bilgilerden çok bu deneyimler katkı sağladı terapistliğime.
Klinik psikolojiye de böyle yöneldim. Yani siyaset bilimi yüksek lisansında bile ne yapıp edip konuyu psikolojiye getirdiğimi,çalıştığım ve üzerine tez yazdığım konunun bile üst düzey politikaların birey düzeyindeki etkilerini incelemek olduğunu görünce, daha fazla bu alandan uzak kalmanın mümkün olmadığını fark ettim. Başka bir deyişle, ben klinik psikolojiyi seçmedim, klinik psikoloji beni seçti. Hatta yakamı bırakmadı bile diyebilirim.
Sonra da Doğuş Üniversitesi’nin Klinik Psikoloji yüksek lisans programını bitirdim. Türkiye’de canlı süpervizyon alarak uygulamalı bir şekilde yetiştirildiğimiz, dünya standartlarında bir programdı. Bu program esnasında bir sene boyunca kendisinden süpervizyon aldığım ve çok saygı duyduğum hocam Aslı Akdaş Mitrani’den terapinin bir sanat dalı olduğunu öğrendim. Beni yetiştirdiği ve emekleri için kendisine ne kadar teşekkür etsem yetmez. Ama maalesef bizim mezun olduğumuz sene neredeyse tüm hocalar ayrıldı. Klinik psikoloji adına büyük bir kayıp oldu.
Bu sırada bir kızım oldu ve bana koşulsuz sevgiyi öğretti.Öğretmeye de devam ediyor, devam da edecek gibi görünüyor.
Çalışmaya, üretmeye ve sevmeye adanmış bir hayatla devam…