Diğer adıyla “sınır çizememek” .
Bu bir sistem sorunu. Ve evet, klişe ama gerçek, bu bir eğitim sistemi sorunu. Kabul görmek,sevgi almak,kendini psikolojik ya da fiziksel şiddetten koruyabilmek, ait hissetmek, değer görmek için boyun eğmek,idare etmek, kendi ihtiyaçlarını ya da duygularını dile getirmekten vaz geçmen gerektiği bir sistemin sorunu.
Kendini, ancak ve ancak gücü elinde bulunduran kişiyi idare edebildiğin ölçüde var edebildiğin bir sistemin sorunu.
Müdahele edilmesi gereken bu sisteme boyun eğerek ile uyum sağlamış kişiler değil, sistemin kendisi.
Bir ülkedeki sistem o ülkenin diline de işler. “Çocuk gibi azarlanmak” mesela… Çocuğu paylamak, saygısızca haklamak o kadar doğal bir şey ki bizim için. “Beni çocukmuşum gibi azarladı” diyoruz mesela birine gücendiğimiz zaman. Çünkü çocuksan ve yapmaman gereken bir şey yaptıysan, güç hiyerarşisinde aşağıda olduğun için sana saygılı davranmak zorunda değildir karşındaki. Bunu o kadar doğal kabul etmişiz ki…
Bir eğitim sistemi hayal edin. Çalışkanlar ve tembeller kümesi var. Sıra dayağı var. Sınıfta bir kişi “yaramazlık” yaptığı zaman tüm sınıfın azarlanması,hakaret görmesi ya da sıra dayağına çekilmesi var.
“Eti senin kemiği benim!!” var yahu!!!! Çocuk bir kurbanlık koyun yani!!! Ve düşünün bu sadece doğal değil, üstelik olması gereken, doğru olan. Çünkü kurbanlık koyun olursan bu sistemden sağ çıkabilirsin ancak ve ebeveynler bunu altı yaşından itibaren öğretmelisin çocuğa ki ileride hayatta kalabilsin diye inanmış.
Aynı sistem çoğu zaman evde de var. Annenin babanın sevgisi çocuk uslu olduğu, davranması gerektiği gibi davrandığı sürece var. Kız çocuğuysan zaten her an patlamak üzere olan tehlikeli bir bombasın, ergenliğe yaklaştığın andan itibaren artık evin diğer bireylerinin hizmetine koşması gereken bir objesin. Anne-babalar bunu sana öğretmezler ise evde kalmandan korkarlar. Evde kalan kadın demek ailenin itibarı iki paralık oldu demek.
Çok başarılı bir danışanımın çalıştığı şirketteki bir üst düzey yönetici çatışma yaşadıkları bir durumda; “Siz evli değildiniz değil mi?” diye gülmüş pis pis sırıtarak.
Medeni bir ülkede yüzbinlerce lira tazminat öder bu şirket. Bu sistemde çalışan bir kadın olarak kendini var etmek ile, kadınlık ve insanlık haklarının yasalarla korunduğu ülkede çalışmak arasında “stres yönetimi becerileri” kıyaslanamaz bile. Böyle bir kişi bana “stresi yönetemiyorum” diye geldiği zaman önce bunu değerlendiriyorum; ortada gündelik hayatın akışında olabilecek olağan bir stres faktörü mü var, yoksa hakların açıkça ihlal ediliyor, taciz ediliyorsun, sömürülüyorsun ve bünyen haklı olarak buna doğal bir tepki mi veriyor?
Şu “Z” kuşağı ile ilgili çok soru alıyorum. “Biz bunlarla nasıl baş edeceğiz, her şeyi hakları görüyorlar, hemen yükselmek istiyorlar, hemen zam istiyorlar, parayı soruyorlar” diye. Daha bu cumartesi günkü eğitimde konuştuk. Benim buna cevabım şu; doğru olanı onlar yapıyor.
Ve çok da iyi yapıyorlar. “Benim bir hayatım var, mesaiye kalamam” diyorlarmış. Ne zaman yükseleceğim? diye soruyorlarmış… Eğer istedikleri gibi bir imkan sağlanmaz ise, ya da birazcık daha iyi bir koşul bulurlarsa hiç korkmadan iş değiştiriyorlarmış. Şirketler ellerinde eleman tutmak istiyorlarsa bu taleplere uyum sağlamak zorunda mı kalacaklarmış yani şimdi tüh tüh!!!
Yıllar önce çalıştığım bir şirket şöyle bir sömürü stratejisi bulmuştu; gelen elemenalara ya üç yıllık bir sözleşme imzalatıyor ve eğer üç yıldan önce işten çıkarlarsa “verdikleri eğitim” karşılığı 30 bin TL tazminat talep ediyor, ya da bu sözleşmeyi imzalamazlarsa sigorta yapmıyordu. Ben bir ay içinde bu saçmalığa dayanamayıp ayrılmıştım. Patron öfke nöbeti geçirmişti. Yaptığı şeyin aslında emek sömürüsü olduğunu bir türlü kabul etmiyordu. O şirkete ne mi oldu? Foyaları meydana çıktı ve bunu yapan yöneticiler ciddi şekilde yargılandılar. Neyse ki bazen adalet yerini buluyor.
En çok aldığım sorulardan biri de şu; umut var mı? Vallaha bunları duyunca var diyorum ben de.
Her zaman diyorum, umudum ’90 ve sonrası doğumlular diye. Küreselleşme bir şekilde işe yaradı, bir şekilde ülkenin “boyun eğicilik şeması” sistemini dengeleyen bir etki yaptı galiba.
Sabancı Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi Yüksek Lisansı yapmak hayatımda verdiğim en doğru karardı. Bu eğitimi almasaydım bugün klinik psikolojiye indirgemeci yaklaşabilirdim. Gelen danışanlarıma farkında olmadan sanki her şey onların suçuymuş gibi davranabilirdim. Oysa insan içinde bulunduğu ortamdan bağımsız değerlendirilemez. Zeitgeist (zamanın ruhu) denen bir şey var ve bu ruh, istesek de istemesek de hepimizin birden içine işliyor bir yerde.
Diyeceğim o ki, yalnız değilsiniz.
Ve yine diyeceğim o ki, daha iyisini hak ediyorsunuz. ’90’lılardan ilham alabilirsiniz 🙂
Sevgiyle kalın…